ISSN    : 2587-0998
E-ISSN : 2587-1404
SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 5 (1)
Volume: 5  Issue: 1 - 1994
RESEARCH ARTICLE
1.APPLICATION OF THE HIP SPICA CAST IN THE TREATMENT OF DIAPHISIEAL FRACTURES OF FEMUR AMONG CHILDREN
Aydın Gürbüz, Muzaffer Yıldız, Ayhan Baran, Sırrı Aksu, Suat Bulutluöz, Güven Bulut
Pages 431 - 433
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Ortopedi ve Travmatoloji Kliniği'nde, Mart 1990-Aralık 1993 arasında 96 hasta femur diafiz kırığı teşhisiyle tedavi edilip retrospektif olarak incelendi. Tedavi ettiğimiz olguların ortalama takip süresi 2.7 yıl olup yaş ortalaması 6.5 idi. Yetmişbir hastaya konservatif, 25 hastaya cerrahi tedavi yöntemleri uygulandı. Konservatif tedavi uygulanan hastalara; 33 (%46.4) primer pelvi pedal alçı, yedi (%9.8) Bryant fraksiyonu, dokuz (%12.6) Russel fraksiyonu, 15 (%21.2) 90-90 traksiyonu, altı (%8.45) Braun ateli üzerine fraksiyon ve pelvi pedal alçı uygulandı. Alçı ortalama altı hafta sonra çıkarıldı. Tedavi sonuçlarını değerlendirdiğimizde primer pelvi pedal alçının basit ve ekonomik olduğunu, diğer konservatif tedavi yöntemlerine göre üstünlüğünü tespit ettik.
We reviewed retrospectively 96 children with diaphiseal fractures of femur treated in Orthopaedics and Traumatology Clinic in Kartal Training and Research Hospital between March 1990 and December 1993. The average postoperative follow up period was 2.7 years and the mean age was 6.5 years. Seventy-one patients were treated conservatively and the remaining 25 patients were treated by surgical methods. The mean duration of spica was six weeks. The methods employed were: Primary hip spica in 33 patients (46.4%), Bryant traction in seven (9.8%), 90-90 traction in 15 (21.2%), and Braun frame followed by spica cast in six (8.45%). When we evaluated the final results we concluded that the primary hip spica cast is easy to apply, more economic and superior to the other conservative methods.

2.THE EVALUATION OF CERVIX IN LABOR BY TRANSPERINEAL ULTRASONOGRAPHY
Fuat Demirci, Mehmet Uludoğan, Mustafa Kekovalı, Zeki Şahinoğlu, Birgül Arı, Sadiye Eren, Kenan Sofuoğlu
Pages 434 - 436
Term gebelerde fetal membranların prematür rüptüründe (PROM) spontan doğum eylemini bekleme ya da doğum indüksiyonu yaklaşımları konusunda bilimsel iyi kontrollü çalışmalara dayanan kesin bir görüş birliği yoktur. PROM'u takiben latent periodun uzaması ile enfeksiyon riski artar. En son yapılan çalışmalarda enfeksiyon başlangıcının membranların rüptüründen çok digital servikal muayeneden sonra geçen süre ile ilişkili olarak arttığı gösterilmiştir. Term PROM gebelerde en iyi yaklaşım olguya özgü planlanarak gerçekleştirilebilir. Uygun olmayan serviks durumunda indüksiyon, başarısızlığı ve takiben sezaryen doğum veya uzamış doğum eylemine bağlı feto-maternal enfeksiyon ile sonuçlanabilir. Bu çalışmada, servikal açıklık ve uzunluğu belirlenmesinde digital servikal muayene ile transperineal sonografik değerlendirme arasında klinik olarak anlamlı derecede korelasyon saptadık. Transperineal sonografi tekniği, digital servikal muayenenin kontraendike olabileceği term ya da preterm PROM, vaginal kanama ya da plasenta previa durumlarında kullanılabilecek yararlı bir teknik olabilir.
There are no scientifically solid, randomized controlled trials that compare induction of labor versus expectancy in the woman with premature rupture of membranes (PROM) at term. The incidence of infection following PROM increases as the duration of latency period increases. Recent findings also suggest that increased infection rates may corralete more closely with the interval between digital cervical examinations than with the interval between rupture of membranes and onset of infection. The woman with PROM at term and no labor is probably best managed by an individualized approach. If one undertakes induction in the setting of an unfavorable cervix, the risk of failed induction with subsequent cesarean delivery is increased. Risk of feto-maternal infection in association with a long nonprogressive labor may be increased as well. In this study, we found clinically significant correlation between the digital cervical examination and the transperineal sonographic assessment of cervical dilatation and length. The transperineal sonographic technique may be useful in evaluating the cervix in whom a digital examination is contraindicated, i.e., premature rupture of membranes (term or preterm), vaginal bleeding and placenta previa.

3.THE VALUE AND THE IMPORTANCE OF EARLY ENTERAL FEEDING IN POSTOPERATIVE PERIOD
Tayfun Yücel, Ayhan Çevik, Gazanfer Azaklı, Mustafa Gülmen
Pages 437 - 440
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 2. Cerrahi kliniğinde 1993 yılında toplam 15 olguya erken enteral beslenme uygulandı. Kontrol grubu olarak seçilen 15 olguya ise parenteral beslenme yapıldı. Tüm hastalar major abdominal cerrahi girişim geçiren hastalardı. Erken enteral beslenme beş (%33) olguda feeding jejunostomi yoluyla, 10 (%67) olguda ise nazoenteral tüp ile yapıldı. Enteral beslenmeye postoperatif 12.saatten itibaren 250 cc Ensure plus+250 cc %5 dextroz karışımı ile başlandı. İlk gün 40 cc/sa. olarak ve 0,8 cal/cc olacak şekilde enteral beslenme yapıldı. Tedrici olarak arttırılıp 48. saatten sonra 500 cc Ensure plus+500 cc %5 dextroz olmak üzere karışım hazırlanıp, 80 cc/sa olarak ve toplam 2000 cc enteral solüsyon vererek uygulama sürdürüldü. Parenteral beslenmede ise standart kristalloid, protein ve lipid solüsyonları kullanıldı. Hastaların her gün ateşi, kilosu, tam kan sayımı, kan protein değerleri, total bilirubin, alkali fosfataz, SCOT, SGPT, kan elektrolitleri takip edildi. Postoperatif septik komplikasyonlar ve yara iyileşmeleri her iki grupta incelendi. Tüm bu parametreler bakımından, erken enteral beslenmenin parenteral beslenmeye göre avantajları olduğu istatistiksel olarak ortaya konuldu. Ayrıca emniyetli, güvenilir ve daha ucuz olduğu anlaşıldı.
Early enteral feeding was applied to 15 cases postoperatively in the 2. Surgery Clinic of Kartal State Hospital in 1993. Another 15 cases were chosen as a control group, and parenteral feeding was started. All patients underwent major abdominal surgery. Feeding jejunostomy was used in 5 (%33) cases, but nasoenteral tube was used in 10 (%67) cases. For feeding solution, Ensure plus + %5 dextrose mixture was used. We started enteral feeding after 12 hours postoperatively and the doses were 40 cc/h and 0.8 cal/cc. The amount was increased progressively after 48 hours and we reached a 500 cc Ensure plus+500 cc %5 dextrose level, which was used twice a day. We used standard parenteral solutions in the other group. Every day fever, weight, WBC, total protein, bilirubin, alkaline phosphatase, ALT, AST, electrolyte levels of the patients were controlled. Postoperative septic complications and wound healing were observed closely. In the end, in view of all these parameters, early enteral feeding had obvious advantages over parenteral feeding statistically as well as its being cheap and safe.

4.A SCANNING FOR BRUCELLOSIS IN KARTAL REGION IN CHILDREN 3-12 YEARS OF AGE
Tamer Susmuş, Yasemin A Ekmekçioğlu, Ahmet Özgüner
Pages 441 - 444
Bruselloz, Dünya Sağlık Örgütü raporlarına göre yılda yaklaşık 500 bin kişiyi etkilemektedir. 1987 yılındaki Tübitak projesinde ülkemizin farklı yörelerinde normal populasyonda seropozitiflik oranı %1.8 olarak belirlenmiştir. Sağlık Bakanlığı verilerine göre İstanbul, Brusella enfeksiyonundan çok fazla etkilenmeyen illerden biridir. Bu çalışmada, 1993 yılı Ocak-Eylül ayları arasında Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Acil ve polikliniklerine başvuran 3-12 yaş arası toplam 295 çocuk 3 ayrı grup halinde çalışmaya alındı. Yalnızca 8 olguda (%2.7) seropozitiflik saptandı. Bu 8 olgunun tamamında ana klinik bulgu ateş idi. Kontrol amacı ile yapılan BRBPTA testleri (-) bulundu. Böylece bu 8 olgunun hiç birine Bruselloz tanısı konulamadı. Aynı dönemde hastanemiz İntaniye kliniğinde 6 Bruselloz olgusu saptandı. Yine aynı dönemde Pendik Veterinerlik Enstitüsüne yapılan Bruselloz ihbarları arasında bölgeyi ilgilendiren 4 olgu bulunmaktaydı. Dikkat çekici nokta, ihbar yapılan köylerle seropozitiflik saptadığımız olguların ikamet ettikleri yerler arasında paralellik olmasıdır. Bu nedenle, özellikle İstanbul'a yakın zamanda Anadolu'dan göç eden ailelerin çoğunlukta bulunduğu bu bölgelerde yaygın olarak her ferdi içerecek şekilde yeni bir Bruselloz taraması yapılması uygun olur kanısındayız.
According to WHO records, brucellosis affects about 500,000 people each year. A TÜBİTAK Study in 1987 revealed 1.8% seropositivity rate in normal population in different parts of the country. According to the reports of Ministry of Health, İstanbul is one of the cities not very much affected by infections caused by Brucella. This study involved three diverse groups of 295 children aged 3 to 12 years, who were brought to Pediatrics Department of Kartal Training and Research Hospital between January 1993 and September 1993. Seropositivity was found in only 8 cases (2.7%). The main clinical presentation in all these eight cases was fever. BRBPTA tests performed for control were found negative, thus excluding the diagnosis of brucellosis. In the same period six brucellosis cases were detected in the Infectious Diseases Department, and another four cases were reported from some villages in the region by Pendik Veterinary Institute. We observed that the reported villages and the living areas of cases detected to be seropositive in our hospital were matching. This led us to the conclusion that a new scanning for brucellosis is required, involving each individual in areas predominantly populated by families who recently migrated from Anatolia.

5.THE EVALUATION OF CERVICAL DIMENSIONS THROUGHOUT PREGNANCY BY TRANSVAGINAL SONOGRAPHY
Mehmet Uludoğan, Bingül Arı, Fuat Demirci, Hüsnü Görgen, Zeki Şahinoğlu, Sadiye Eren
Pages 445 - 447
Gebelikte transvaginal ultrason (TV/US) ile servikal boyutlardaki değişimleri değerlendirmek amacıyla Şubat 1994 - Mayıs 1994 tarihleri arasında Zeynep Kamil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Hastanesi Antenatal Polikliniğine kontrole gelen değişik trimesterlerde 101 gebe çalışmaya alındı. Olgulara TV/US ile sagital planda servikal uzunluk ve kalınlık ölçümleri yapıldı. Çoğul gebelik, erken membran rüptürü, erken doğum eylemi, uterin anomali, geçirilmiş uterin veya servikal operasyonlar ile abortus imminens olguları çalışma dışı bırakıldı. Olgularda servikal uzunluk ve kalınlık ortalama değerleri primigravid (n=52, %51) ve multigravid (n=49, %49) gebelerde 5-12, 13-26 ve 27-39. gebelik haftalarında çalışıldı. Primigravid ve multigravid olguların servikal ölçümlerinde sadece 1. trimesterdeki ortalama servikal uzunluğunda istatistiksel olarak anlamlı bir fark bulunmuştur (p=0.004). Servikal boyutlardaki değişiklikler ilerleyen gebelik haftalarıyla korelasyon göstermiştir (p<0.001). Çalışmamızda normal gebelerde TV/US ile serviks boyutlarının objektif değerlendirilebildiği sonucuna varıldı. Tespit ettiğimiz ölçümlerin daha sonra preterm eylem gibi patolojik gebelerin incelendiği çalışmalarda yol gösterici olacağı kanısındayız.
The aim of the study was to evaluate changes in cervical dimensions throughout pregnancy by transvaginal sonography (TV/US). We measured cervical length and thickness in non-randomly selected 101 pregnant women in Zeynep Kamil Women and Children's Hospital between February and May 1994. Our exclusion criteria were multiple pregnancy, premature rupture of membranes, preterm labor, uterine abnormality, threatened abortion and previous cervical and uterine operations. The dimensions were measured in primigravidas (n=52, 51%) and multiparous women (n=49, 49%) at gestational ages of 5-12, 13-26 and 27-39 weeks. The mean cervical length in the first trimester between primigravidas and parous women were found significantly different (p=0.004). The changes in cervical dimensions were correlated with gestational age (p<0.001). Because transvaginal sonographic measurement of prelabor cervix is an accurate method in evaluating cervical dimensions, this method seems to be useful in defining conditions where abnormal cervical changes occur.

6.PROSTATE SPECIFIC ANTIGEN AND TRANSRECTAL ULTRASONOGRAPHY IN THE DIAGNOSIS OF PROSTATIC INTRAEPITHELIAL NEOPLASIA
Deniz Ersev, Kahraman Onur, Ayşe Ersev, Erdal Akgün, Uğur Kuyumcuoğlu
Pages 448 - 450
Bu çalışma, prostatik intraepitelyal neoplazinin (PIN) serum prostat spesifik antijen (PSA) değerleri üzerine etkisi ve transrektal ultrasonografi (TRUS) görüntülerinin araştırılması amacı ile yapılmıştır. Çalışma kapsamına PSA değeri saptandıktan sonra TRUS, ince iğne aspirasyon biyopsisi (İİAB) ve Tru-cut biyopsi uygulanan 39 hasta alınmıştır. Doku biyopsisinde PIN saptanan 10 hastanın dokuzunun TRUS incelemelerinde, kanser nodülleri ile ayırımı yapılamayan hipoekojen alanlar olduğu görülmüştür. Bu 10 hastanın serum PSA değerleri ya normalin üst sınırlarında veya normalden hafif yüksek olarak bulunmuştur. PIN saptanan hastalarda serum PSA düzeylerindeki hafif de olsa yükseliş ve TRUS'da kanser-PIN ayrımının net olarak yapılamaması, bu hastaların yakın izlemini gerektirmektedir. Bu izlem, doku biyopsisi sonuçları ile yüksek uyum gösteren ve daha az invaziv olan İİAB ile yapılabilir.
This study was undertaken to assess the effects of prostatic intraepitheial neoplasia (PIN) on serum prostate specific antigen (PSA) levels and transrectal ultrasonography (TRUS) findings. Thirty-nine patients who had Tru-cut and fine needle aspiration (FNA) biopsies were enrolled in the trial. There were hypoechoic lesions on TRUS in nine of 10 patients with PIN. PSA was found either slightly elevated or close to the upper limit of normal range in those 10 patients with PIN. In conclusion, the patients in whom the histopatholdgy revealed PIN should be carefully monitored. The follow-up can be performed by FNA since the accuracy is high and the invasiveness is less.

LookUs & Online Makale