ISSN    : 2587-0998
E-ISSN : 2587-1404
SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 4 (3)
Volume: 4  Issue: 3 - 1993
RESEARCH ARTICLE
1.THE ROTAVIRUS INCIDENCE IN CHILDHOOD ACUTE GASTROENTERITIS AND RISK FACTORS
Feza Güneş, Semiramis Sadikoğlu, Günnur Tokuç, Ahmet Özgüner, Serdar Özer, Güler Yayli
Pages 387 - 389
Akut gastroenterit, gelişmekte olan ülkemizde, çocukluk çağında en önemli hastalık ve ölüm nedenlerinden biridir. Rotaviruslar, 6-24 ay arasındaki süt çocuklarında en sık görülen akut ishal etkeni olarak bildirilmektedir. Bu çalışmada, 6 aylık bir dönemde hastanemizde akut gastroenterit tanısı ile izlenen, yaşları 0-30 ay arasındaki değişen toplam 107 hastada rotavirus insidansı ve bunlardaki risk faktörleri incelenmiştir. Hastaların %36.4'ünde rotavirus saptanmıştır. Bulgular ve risk faktörleri literatür ışığında karşılaştırılmıştır.
Acute gastroenteritis is one of the most important causes of childhood death in developing countries. Rotaviruses are reported to be a major factor of the acute gastroenteritis among infants 6 to 24 months of age. In this study, we examined the rotavirus incidence and the risk factors for a period of 6 months in 107 patients 0 to 30 months of age that were being followed up with the diagnoses of acute gastroenteritis in our hospital. We found rotavirus in 36.4% of the patients and compared our results and the risk factors with literature.

2.THE EFFECTS OF CALCIUM CHANNEL BLOCKERS ON RESPIRATORY FUNCTION TESTS IN PATIENTS WITH MILD AND MODERATE HYPERTENSION
Nevzat Bayar, Reha Baran, Leyla Yağci
Pages 390 - 392
Bu çalışma, kalsiyum kanal blokerlerinin solunum fonksiyon testlerinden FVC, FEV1, FEV1/FVC (Tiffenaeu) değerlerine etkilerinin belirlenmesi amacıyla yapıldı. Hafif ve orta derecede hipertansiyonlu, hedef organ harabiyeti olmayan ve KOAH dışında ek pulmoner hastalığı olmayan, yaşlan 36-70 arasında 11 erkek ve 9 kadın, toplam 20 hasta çalışmaya alındı. Hastalar uygulanan ilaca göre 2 gruba ayrıldı, 1.grup: Verapamil uygulanan 36-70 yaş arası 5'i erkek 5'i kadın, toplam 10 hasta 2.grup: Nicardipin uygulanan 36-68 yaş arası 6'sı erkek 4'ü kadın, toplanı 10 hastadan oluşuyordu. Hastalara bir haftalık dinlenme döneminden sonra spirometrik test uygulandı ve grubuna göre ilaç başlandı. 4 haftalık ilaç kullanımından sonra spirometrik test tekrarlandı ve çalışma sonlandırıldı. Her iki grupta da ilaç kullanım öncesi ve sonrasına ait FVC, FEV1, FEVı/FVC değerleri ortalamaları arasındaki farkın istatistiksel önemi olmadığı bulundu (p<0.05). Kullanılan ilaçların solunum fonksiyon testlerinden FVC, FEVı/FVC'i etkilemediği tespit edildi. Böylelikle kalsiyum kanal blokerlerinin hafif ve orta dereceli hipertansiyonla obstrüktif bronkopatili hastalarda güvenle kullanılabileceği sonucuna varıldı.
This study is performed in order to determine the effects of calcium channel blockers on FVC, FEV1,FEV1/FVC values. Twenty patients (11 males, 9 females; ranging 36-70 years of age) with COPD and mild to moderate hypertension in the absence of injury of target organ and concomitant pulmonary disease were included in the study. Patients were divided into two groups according to drugs used. The first group included 10 patients (5 males, 5 females; ranging 36-68 years) received verapamil. The latter included 10 patients (6 males, 4 females; ranging 36-68 years) received nicardipine. After one free week, patients were subjected to spirometric tesis and started therapy according to their groups. There were no statistically significant differences between FVC, FEV1, FEV1/FVC values before and after therapy (p<0.05). We found that drugs did not affect FVC, FEV1 FEV1/FVC. We concluded that calcium channel blockers can be used safely in mild and moderate hypertensive patients with obstructive bronchopathies.

3.THE PARAMETERS INDICATING PROGNOSIS IN THE TRANSITIONAL CELL CARCINOMA OF THE BLADDER
Ayşe Ersev, Deniz Ersev, Kahraman Onur, Nimet Karadayı, Uğur Kuyumcuoğlu, Atıf Akdaş
Pages 393 - 400
Mesane karsinomları, biyolojik davranış ve klinik seyir açısından heterojen karaktere sahip bir tümör grubudur. Tümörün tedaviye yanıtını ve hastanın prognozunu belirleme özelliği gösterebilecek histopatolojik parametrelerin araştırıldığı bu retrospektif çalışmada, transizyonel hücreli karsinom tanısı almış ve ortalama olarak 19.1 ay izlenmiş olan 64 hastaya ait bulguların analizi yapılmıştır. Bulgular, tümör derecesi ve evresinin yüksek prediktif değeri olan parametreler olduğunu göstermiştir. Orta derecede diferansiye olarak kabul edilen transizyonel hücreli karsinomların farklı biyolojik polansiyele sahip tümörleri içerdiği gösterilmiştir. Bu grubun 2A ve 2B diye iki alt gruba ayrılarak incelenmesi önerilebilir. Evre Ta ve T1 tümörler de rekürrens ve prognoz yönünden incelendiğinde önemli farklılıklar içerdiği görülmektedir. Tümörün solid paterne sahip veya multifokal olması prognozu olumsuz etkileyen özelliklerdir. Skuamöz diferansiyasyon gösteren tümörlerin tedavisinde radyoterapi önemli oranda başarısız olmuştur.
Trasitional cell carcinoma (TCC) of the bladder is a heterogeneous tumor group in respect to biological behaviour and clinical outcome. This retrospective study was planned to investigate the histopathological parameters which can help to predict the prognosis of the patient. 64 patients whose tumor was diagnosed as TCC, with a mean follow-up of 19.1 months were included in the study. Our results indicate that tumor grade and stage are the most reliable parameters in predicting the prognosis. Intermediate grade tumors are in fact a heterogeneous group which deserves subdivision for better control of the tumor. Stage Ta and T1 tumors also bear important differences in recurrence and prognosis. Besides, tumor growth pattern, multifocality, presence of CIS and squamous differentiation of the tumor play a considerable role in the tumor response to therapy.

4.THE CONTRIBUTION OF COMBINED HISTOCHEMISTRY IN IDENTIFYING GANGLION CELLS IN COLONIC NEURONAL PATHOLOGIES
Duygu Düşmez, Aydın Sav, Gülsün Ekicioğlu
Pages 401 - 402
Pediatrik Patolojide karşımıza problem olarak çıkan Hirschprung hastalığının klinik ve patolojik tanısında immünhistokimya dışında konvansiyonel tetkiklerin sınırlı olduğu bilinmektedir. Kolonik mukozada ganglion hücresi göstermek için kombine histokimya tekniği kullanımı planlandı. Bunun için konvansiyonel histokimya tekniklerinden Cresyl Fast Violet (CV), Toluidine Blue (TB) Modifiye Methyl Gren Pyronin seçildi. Marmara Ünivesitesi Tıp Fakültesi Patoloji ABD'ye gelen retrospektif yedi olgu; pozitif kontrol (n=3), negatif kontrol (n=3: Hirschprung Hastalığı, rektal anatomik aganglionis) ve bir test (Nöronal intestinal Displazi) seçildi. Her boyanın aya hücreleri boyadığı gözönüne alındığında bu bistokimyasal yöntemlerin kombine kullanımları ile H+E boyası birlikte değerlendirildiğinde ortak küme yaklaşımı ile nöron tanımında kullanılabileceği düşünüldü. Bu histokimyasal yöntemler nöron spesifik olmamakla birlikte, l- Kombine kullanıldıklarında, 2- Tek kör (H+E tanısı bilinmeksizin) yüksek sensitiviteleri ve ucuzluğu nedeniyle nöron tanınmasında önerilecek bir yöntem olabilirler.
It is known that using conventional methods, other than immunohistochemistry, in clinical pathologic diagnosis of Hirschsprung's disease (H.D.)-a problem in pediatric surgical pathology - is difficult. We planned to use combined histochemical techniques Cresyl violet, (C. V.), Toluidine blue (T. B.), Modified Methyl Green Pyronine (Mod MGP) in order to demonstrate ganglion cells in colonic mucosa. We retrospectively reviewed biopsy specimens of those diagnosed as H.D. [n=3 (negative control)], normal colonic mucosa, espectedly with normal innervation [n=3 (positive control)] and Neuronal Intestinol Dysplasia (N. I. D.) [n=1 (test group)]. If we consider that each stain gives a profile of every each cell type sensitively but not specifically, then they can be used in combination with H+E stain ganglion cell identification. Although these particular histochemical methods are not neuron spesific, they can be preferred because of their high accuracy rate whenever they are used in a single blind modality fashion and can be recommended because of their cheapness and availability.

5.EFFECTS OF PARITY ON OSTEOPOROSIS IN THE POSTMENOPAUSAL PERIOD
Mesut Ünsal, Orhan Ünal, Sedat Varol, Turgut Göksoy, Arzu Ergen
Pages 403 - 406
Çalışmamızda beş ve üstünde canlı doğum yapan 31 hasta ve dört ve altında doğum yapan, artı hiç doğum yapmayan 830 hastadaki kemik mineral dansite (KMD) değerleri incelendi. Multipar grubunda yaş ortalaması doğum yapmamış ve 4 ile altında doğum yapmış gruba göre anlamlı olarak yüksek bulundu (p<0.05). Bu iki grubun tüm vücut, vertebra ve femur boynu kemik mineral dansite ölçümleri açısından karşılaştırdığımızda; tüm vücut ölçümü yapılan hastalarda multipar grubun yaş ortalaması doğum yapmamış veya 4 ve altında doğum yapmış gruptan anlamlı olarak daha yüksek, tüm vücut kemik mineral dansite (TVKMD) değerleri ise anlamlı olarak daha düşük bulundu (p<0.05). Dört üstü doğum yapmış hastalar ile doğurmamış ve dört ve altında doğum yapmış hastalar vertebra ve femur boynu ölçümleri açısından değerlendirildiğinde yaş, lumbal 2-4 kemik mineral dansitesi (L2-4KMD), femur boynu kemik mineral dansitesi (FBKMD) değerleri arasında istatistiki olarak anlamlı bir fark bulunamadı (p<0.05). Gebelik ve laktasyonun kemik mineral dansitesi üzerine olası etkileri tartışıldı.
In our study we compared the bone mineral density levels of the groups. The first group (Group A) consisted of 91 patients, who had a parity of 5 and more, while the second group (Group B) included 830 patients, who had a parity of 4 or less or more. In group A the mean age was significantly higher than group B (p<0.05). These two groups were compared in terms of whole body, lumbal spine and femoral neck bone mineral density levels. in whole body measurement group the mean age was significantly higher and whole body bone mineral density levels were significantly lower in group A when compared with group B (p<0.05). When comparing these two groups in terms of age, lumbal spine 2-4 mineral density (L2-4KMD) values, femoral neck bone mineral density (FBKMD) values no significant difference could be found (p>0.05). Possible effects of parity and lactation history on bone mineral density levels were discussed.

CASE REPORT
6.A CASE OF GIANOTTI-CROSTI SYNDROME
Ahmet Özgüner, Nadir Girit
Pages 407 - 409
Çocuklarda ekstremite ve yüzde özel bir dağılım gösteren eritematöz papüler döküntülü hastalık 1955'de Gianotti tarafından tanımlandı. Biyolojisinde Hepatit B ve birçok enfeksiyon etkeninin rolü vardır. Hiçbir etyolojinin saptanmadığı idyopatik vakalarda mevcuttur. Daima birkaç haftada kendi kendine iyileşme gösterir. 25 yaşındaki erkek hastamızda Gianotti-Crosti sendromunun morfolojik özelliklerini gösteren cilt erüpsiyonlan vardı. HBsAg (-) olan hastamızda herhangi bir etyoloji saptanamadı.
A distinctive erythematous papular rash with a peculiar distribution on the limbs and face of afflicted children was described in 1955 by Gianotti. Hepatitis B and many other infections can be accepted as an etiologic agent. In some cases no etiologic agent is found. It always resolves spontaneously in a few weeks. A 2.5 year-old boy had a cutaneous eruption morphologically identical with the Gianotti-Crosti Syndrome. We couldn't find any etiologic agent in our case in which HBsAg was negative.

LookUs & Online Makale