ISSN    : 2587-0998
E-ISSN : 2587-1404
SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 21 (3)
Volume: 21  Issue: 3 - 2010
RESEARCH ARTICLE
1.The relation between regular antihypertensive drug use and education level of patients in ischemic cerebrovascular disease
Ömer Karadaş, Hakan Levent Gül
Pages 113 - 116
AMAÇ: İskemik serebrovasküler hastalığın önlenmesinde risk faktörlerine yönelik tedaviler önemli yer tutmaktadır. Hipertansiyon iskemik serebrovasküler hastalık gelişiminde bağımsız değiştirilebilir en önemli risk faktörlerinden biridir. Hipertansiyonun tedavisi ile iskemik inme sıklığında büyük oranda azalma sağlanmaktadır. Sistolik kan basıncının normal sınırlarda tutulmasının morbidite ve mortaliteyi de önemli ölçüde azalttığı gösterilmiştir. Bu çalışmada, hastaların eğitim düzeyi ile düzenli ilaç kullanımı arasındaki ilişki araştırıldı.
YÖNTEMLER: Ocak 2010 - Haziran 2010 tarihleri arasında iskemik serebrovaskuler hastalık tanısı alan, hipertansiyon risk faktörü olan 75 hastanın, eğitim düzeyleri ile risk faktörüne yönelik ilaçlarını düzenli kullanıp kullanmadığı araştırıldı.
BULGULAR: Hastaların 44’ünün ilaç kullanımının düzensiz, 31’inin düzenli olduğu saptandı. Okur-yazar olmayan 3 hastadan 3’ünde, ilköğretim mezunu olan 29 hastanın 21’inde, lise mezunu 26 hastanın 14’ünde, 17 üniversite mezununun ise 6’sında düzensiz ilaç kullanım öyküsü mevcuttu. Öğrenim seviyesi ile düzensiz ilaç kullanımı arasında istatistiksel olarak anlamlı ilişki saptandı.
SONUÇ: İskemik serebrovasküler hastalık gelişimi ile hipertansiyon ve düzensiz antihipertansif kullanımının ilişkisi mevcuttur. Eğitim düzeyi düştükçe düzenli ilaç kullanımı azalmakta, dolayısı ile serebrovasküler hastalık gelişme riski artmaktadır. Hastalara düzenli kullanılması gereken ilaçların eğitimi tedavi öncesi verilmelidir.
OBJECTIVE: In the prevention of ischemic cerebrovascular disease (ICVD), treatment against risk factors takes an important role. Hypertension (HT) is one of the most important independent modifiable risk factors in ICVD development. Treatment of HT decreases the incidence of ICVD. It was shown that maintaining blood pressure within normal limits reduces mortality and morbidity significantly. In this study, it was aimed to detect the association between regular drug use and education level of ICVD patients.
METHODS: Between January 2010 and June 2010, 75 patients diagnosed as ICVD who had a risk factor of HT were investigated according to their education level and regular antihypertensive drug use.
RESULTS: Forty-four patients had irregular and 31 had regular drug use. Three of 3 illiterate patients, 21 of 29 primary school graduates, 14 of 26 high school graduates, and 6 of 17 university graduates had irregular drug use. There was a statistically significant association between education level and irregular drug use.
CONCLUSION: There is a relation between the development of ICVD and HT and regular antihypertensive drug use. As the education level decreases, regular drug use decreases, and thus the risk of development of ICVD increases. Education regarding the drugs that need to be used regularly must be given before treatment.

2.Schould glucose screening test be done in pregnant women 24 years and under?
Dilek Benk Şilfeler, Atilla Karateke, Erhan Kuyucu, Burcu Artunç, Bora Taşpınar
Pages 117 - 121
AMAÇ: İlk kez gebelikte tanısı konulan ya da gebelik sırasında ortaya çıkan, herhangi bir derecedeki glikoz intoleransına gestasyonel diabetes mellitus (GDM) adı verilir. Çalışmamızda, yüksek risk grubunda olmayan 24 yaş altındaki gebelere glikoz tarama testi yapılmadığında tanı oranında düşme olmadığını ve GDM tanısında Ulusal Diabet Veri Grubu (UDVG) kriterleri ile Carperter ve Couston kriterlerinden ikisinin de kullanılabileceğini göstermeyi amaçladık.
YÖNTEMLER: 2008-2009 yılları arasında hastanemiz kadın hastalıkları ve doğum polikliniğine başvuran
884 gebenin dosyaları retrospektif olarak incelendi. 50 gr glukoz tarama testi ve oral glukoz tolerans testi (OGTT) sonuçları değerlendirildi.
BULGULAR: UDVG kriterlerine göre 24 yaşın üstündeki OGTT yapılan gebelerde 2 değer pozitifliği taşıyanların oranı %12,1 iken, 24 yaş ve altında bu oran %6 idi. Ayrıca 24 yaş üstü Carperter ve Couston kriterlerine göre OGTT yapılan hastalarda 2 değer pozitifliği taşıyanların oranı %20,1 iken, 24 yaş ve altında bu oran %12 idi. GDM tanısında yapılan OGTT’de yaşları ≤24 olan gebelerde UDVG kriterlerine göre 2 değer pozitifliği ile Carperter ve Couston kriterlerine göre 2 değer pozitifliği olanlar arasında istatistiki olarak
fark yoktu (p>0,05).
SONUÇ: GDM tarama/tanı testi hakkında, her testin tanısal eşik değerleri hakkında ve seçici ya da tüm gebe kadınlara uygulanıp uygulanmaması hakkında henüz küresel bir konsensüs yoktur. Tanıda UDVG kriterleri veya Carperter ve Couston kriterleri kullanılabilir.
OBJECTIVE: Diagnosed for the first time during pregnancy or manifesting itself during pregnancy, any degree of glucose intolerance is referred to as gestational diabetes mellitus (GDM). In this study, we aimed to show that when the glucose screening test is not applied in pregnant women under 24 years who are not in the high-risk group, no decrease in the diagnosis rate is seen, and further, that the National Diabetes Data Group (NDDG) and
Carpenter-Coustan criteria can both be used for GDM diagnosis.
METHODS: The files of 884 pregnant women who were seen at the obstetrics and gynecology clinic of our hospital during 2008-2009 were retrospectively studied. The results of the 50-g glucose screening test and the oral glucose tolerance test (OGTT) were evaluated.
RESULTS: While the ratio of those with two-value positivity among the pregnant women over 24 who were given OGTT according to NDDG criteria was 12.1%, this ratio was 6% for women under 24. These ratios for women who were given the OGTT according to Carpenter-Coustan criteria were 20.1% for over 24 and 12% for under 24. In the OGTT given to pregnant women under 24 for GDM diagnosis, there was no statistical difference
in the two-value positivity according to NDDG and Carpenter-Coustan criteria (p>0.05).
CONCLUSION: There is not yet a global consensus on the GDM screening test, the diagnostic threshold values for each test, or whether or not they should be applied to selected or all pregnant women. For the diagnosis, NDDG and Carpenter-Coustan criteria can be used.

3.The histopathological results of tonsillectomy and adenotonsillectomy specimens: 3-year follow-up results
Mahmut Özkırış, Cemil Mutlu, Mehtap Kala
Pages 122 - 126
AMAÇ: Tonsillektomi ve adenotonsillektomi, özellikle çocukluk yaş grubunda en çok uygulanan cerrahi girişimlerden biridir. Bu çalışmada, tonsillektomi ve adenotonsillektomi örneklerinin histopatolojik sonuçları değerlendirildi.
YÖNTEMLER: Kliniğimizde 3 yıl içerisinde uygulanan çocukluk ve erişkin yaş grubu tonsillektomi ve adenotonsillektomi örneklerinin histopatolojik sonuçları retrospektif olarak incelendi. Toplam 3176 hasta kaydı değerlendirildi.
BULGULAR: Çocuk hastalarda maligniteye rastlanmazken 3 erişkin hastada malignite saptandı. Ancak histopatolojik olarak malignite saptanan 3 erişkin hastanın hepsinde de tonsillektomi malignite şüphesi nedeni ile yapılmıştı.
SONUÇ: Pediatrik yaş grubunda rutin histopatolojik inceleme gerekli olmayabilir, ancak ameliyat öncesi risk faktörü olan, özellikle erişkin hastalarda histopatolojik inceleme mutlaka yapılmalıdır. Bu durum hastane maliyetini de azaltabilir.
OBJECTIVE: Tonsillectomy with or without adenoidectomy is one of the most commonly performed surgical procedures, especially in the pediatric age group. The purpose of this study was to evaluate the histopathological results of tonsillectomy and adenotonsillectomy specimens.
METHODS: We performed a retrospective review of histopathologic reports on all patients in both pediatric and adult age groups undergoing tonsillectomy and adenotonsillectomy in our clinic over a three–year period. A total of 3176 patient records were reviewed.
RESULTS: None of the children had a malignancy, while three adult patients had a malignancy; however, all three adult patients had undergone tonsillectomy on the suspicion of malignancy.
CONCLUSION: Routine histopathological evaluation of tonsillectomy specimens may be unnecessary, especially in the pediatric age group. However, especially in adult patients who have
certain preoperative risk factors, a histopathologic evaluation is mandatory. This may facilitate a reduction in hospital costs.

4.Polygamy rates and the affecting factors in Van: A cross-sectional study
Sebahat Gücük, Seçil Günher Arıca, Zafer Akan, Vefik Arıca, Servet Alkan
Pages 127 - 133
AMAÇ: Ülkemizde Doğu Anadolu Bölgesinde bulunan Van ilindeki çok eşlilik oranını ve bu oranı etkileyen faktörleri incelemeyi amaçladık.
YÖNTEMLER: Van Merkez Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması polikliniğine başvuran evli 15-49 yaş arası 462 kadında yüz yüze görüşme yöntemiyle anket formları uygulandı. Çok eşliliği belirleyen sorular sorularak anket düzenlendi.
BULGULAR: Tek eşli olanların yaş ortalaması 31,9 iken, çok eşli olanların 37,1 yıl idi. Tek eşli kadın sayısı 410 (%88,7) iken, çok eşli kadın sayısı 52 (%11,3) olarak bulundu. Tek eşli olan kadınlar arasında 276 (%67,3) kadının annesinin kuması yokken, 134 (%32,7) kadının annesinin kuması olduğu saptandı. Çok eşli olan kadınların 34’ünün (%65,4) annelerinin kuması yokken, 18’inin (%36,6) annesinin kuması mevcuttu. Akraba evliği çok eşlilerde 20 (%38,5) iken, tek eşlilerde 110 (%26,8) olup, çok eşlilerde istatistiksel olarak bu oran anlamlı idi. İlk evlenme yaşı 14 yaş ve altı çok eşlilerde %17,3 iken, tek eşlilerde %20,3 idi. İlk gebelik yaşı 14 yaş ve altı çok eşlilerde %11,5 iken, tek eşlilerde %10,2 idi. Tek eşlilerde ortalama çocuk sayısı 3,7 iken, çok eşlilerde 4,4 idi. Çok eşlilerin %78,2’sinin, tek eşlilerin %57,3’sinin okuryazar olmadığı saptanırken, çok eşlilik eğitimle anlamlı düzeyde azalmakta idi.
SONUÇ: Eğitim düzeyi arttıkça çok eşlilik oranı azaldığından, özellikle çok eşliliğin yüksek olduğu ülkemizdeki Doğu illerinde eğitim üzerine yatırımlar yapılmalı ve eğitim özellikle kız çocuklarında teşvik edilmelidir.
OBJECTIVE: We aimed to study the rate of polygamy and the affecting factors in the province of Van in Eastern Anatolia.
METHODS: 462 married women aged between 15 and 49 years who attended Van Central Maternal and Child Health and Family Planning Polyclinic were interviewed face-to-face, and questionnaire forms with items to identify polygamy were filled.
RESULTS: The mean age of the women in monogamous marriages was 31.9 years and of the women in polygamous marriages was 37.1 years; 410 (88.7%) women were in monogamous marriages, while 52 (11.3%) were in polygamous marriages. While the fathers of 276 (67.3%) women in monogamous marriages did not have multiple wives, the fathers of 134 (32.7%) did have multiple wives. While the fathers of 34 (65.4%) women in polygamous marriages did not have multiple wives, the fathers of 18 (34.6%) did have multiple wives. While consanguineous marriage was present in 20 (38.5%) women in polygamous marriages, it was present in 110 (26.8%) women in monogamous marriages, and the difference between the groups was statistically significant. The percentage with age at first marriage of ≤14 years was 17.3% for women in polygamous marriages and 20.3% for women in monogamous marriages. The percentage with age at first pregnancy of ≤14 years was 11.5% for women in polygamous marriages and 10.2% for women in monogamousmarriages. The average number of children was 3.7 for women in monogamous marriages and 4.4 for women in polygamous marriages. It was found that 78.2% of women in polygamous marriages and 57.3% of women in monogamous marriages were illiterate, and polygamy significantly decreased with literacy.
CONCLUSION: Since the rate of polygamy decreases as the level of literacy increases, investments must be made especially in the eastern provinces of our country, where polygamy is high, and the education of female children in particular must be encouraged.

CASE REPORT
5.An unusual cause of transient facial nerve paralysis: Idiopathic Tolosa-Hunt syndrome
Sedat Aydın, Emin Ayduran, Arif Şanlı, Fatma Kulalı
Pages 134 - 137
İdiopatik Tolosa-Hunt sendromu (İTHS) tek taraflı orbital ağrı, ipsilateral okülomotor sinir paralizisi ve steroidlere hızlı yanıtla kendini gösteren çok nadir rastlanılan ağrılı oftalmopleji sebebidir. Süperior orbital fissür veya kavernöz sinüste yerleşen granülamatöz lezyon sebebiyle bu sendrom kraniyal sinir paralizilerine yol açar. Bu yazıda, fasiyal sinir paralizisi gelişmiş İTHS olgusu literatür bilgileri gözden geçirilerek sunuldu.
Idiopathic Tolosa-Hunt syndrome (ITHS) is a very rare cause of painful ophthalmoplegia characterized by unilateral orbital pain, ipsilateral oculomotor paralysis and prompt response to steroids. It gives rise to cranial nerve paralysis due to a granulomatous lesion in the cavernous sinus or superior orbital fissure. We report herein a case of ITHS with facial nerve palsy together with a review of the literature.

6.A Behcet’s case wıth lesions resembling pyoderma gangrenosum
Demet Çiçek, Rahime İnci, Bengü Çobanoğlu, Selma Bakar Dertlioğlu, İbrahim Kökçam
Pages 138 - 142
Otuz iki yaşındaki kadın hasta 10 gün önce bacağında, altı gün önce de genital bölgesinde başlayan ağrılı yara şikayeti ile polikliniğimize başvurdu. Hastanın anamnezinden son 3 yıldan beri tekrarlayan oral aftları olduğu öğrenildi. Hastanın yapılan dermatolojik muayenesinde, sağ bacak medialinde 5x4 cm boyutlarında, etrafında mor renkli bir hale olan eritemli bir alan ve bu alanın alt-iç kısmında 2 cm çapında üzeri nekrotik materyalle
kaplı bir adet ülser mevcuttu. Sağ bacaktaki lezyondan alınan biyopsi materyalinin histopatolojik incelemesinde lezyonlar vaskülitin eşlik ettiği piyoderma gangrenozum (PG) ile uyumlu bulundu. Histopatolojik incelemede vaskülit bulgularının eşlik etmesi, oral aft öyküsü, bilateral anterior üveit sekeli ve paterji test pozitifliği olan hastaya Behçet hastalığı (BH) tanısı konuldu. Piyoderma gangrenozum benzeri lezyonlarla seyreden,
etyolojik araştıma sonrasında BH tanısı alan bu olguyu her iki hastalığın birlikteliğine ve klinik-histopatolojik farklılıklarına dikkat çekmek amacıyla sunuyoruz.
A 32-year-old female patient was admitted to our polyclinic with complaints of painful lesion, which started 10 days before on her leg and six days before in the genital area. It was learned that she had experienced recurrent oral ulcers for the last three years. The dermatological examination revealed an erythematous site measuring 5x4 cm surrounded by a purple ring on the middle right leg and an ulcer 2x2 cm in diameter covered with necrotic material at the lower inner part of this area. Histological examination of the biopsy material taken from the lesions on the right leg was compatible with pyoderma gangrenosum (PG) accompanied by vasculitis. Presence of vasculitis signs in the histopathologic examination, history of oral aphthae, bilateral anterior uveitis sequelae, and pathergy test positivity led to the diagnosis of Behçet’s disease (BD). We present this case who had PG-like lesions and was diagnosed as BD after etiological investigation to draw attention to the coexistence of the two diseases and their clinical-histopathologic differences.

7.Treatment options for recurrent hemangioperiyctoma: Case report
Mihriban Koçak, Alpaslan Mayadağlı, Kemal Ekici, Zedef Özdemir, Naciye Özşeker, Atınç Aksu
Pages 141 - 146
Hemanjiyoperisitomalar nadir görülen, oldukça vasküler, kapiller damarların bulunduğu her yerde görülebilen perisit orijinli tümörlerdir. Bu tümörler genelde kas iskelet sisteminde yerleşirler. İntrakranial yarleşimleri oldukça nadirdir. Hem lokal hem de merkezi sinir sisteminin uzak bölgelerinde nüks yapmaya meyillidirler ve malign olmayan menenjiyomlara kıyasla uzak metastaz yapma ihtimalleri daha fazladır. Esas tedavisi tümörün cerrahi rezeksiyonu ve sonrasında postoperatif radyoterapi eklenmesidir. Bu yazıda, stereotaktik radyoterapi uygulanan nüks intrakranial hemanjiyoperisitoma olgusu sunuldu.
Hemangiopericytoma is an uncommon, highly vascular tumor of pericyte origin that may occur anywhere capillaries are found. These tumors are usually located in the musculoskeletal system, retroperitoneum and the skin. Their intracranial localization is rare. Hemangiopericytomas have a predilection for both local and distant central nervous system recurrences and exhibit an increased tendency to metastasize compared with
nonmalignant meningiomas. The main treatment of this tumor is surgical resection supplemented with postoperative radiotherapy. We report herein a recurrence of intracranial hemangiopericytoma treated with stereotactic radiotherapy.

8.Desaturation with reinforced endotracheal tube: Case report
Hakan Erkal, Betül Ayaz, İlker İtal, Aygün Altınel
Pages 147 - 150
Genel anestezi uygulamasında endotrakeal entübasyon güvenli hava yolunu sağlamada kullanılır. Güçlendirilmiş endotrakeal tüpler baş ve boyun cerrahisinde, baş pozisyonundaki değişiklikler sonucu oluşan katlanmaları önlemede yararlıdırlar. Bununla beraber tüpün neden olduğu komplikasyonlar da olasıdır ve endotrakeal tüpün tıkanması yaşamı tehdit eden bir olaydır. Bu yazıda, dakriyosistorinostomi ameliyatı sırasında ekstübasyondan önce endotrakeal tüpte ısırılmaya bağlı gelişen kalıcı yapısal deformite sonucunda desatürasyon yaşanan 37 yaşındaki erkek hasta sunuldu.
Endotracheal intubation is performed to establish a secure airway in general anesthesia. Reinforced endotracheal tubes are useful for head and neck surgery, during which kinking resulting from changes in the head position is likely. However, it is not without risks, and obstruction of an endotracheal tube is a potentially life-threatening event. In this report, we present a 37-year-old male who underwent dacryocystorhinostomy. Before extubation, the patient bit the endotracheal tube, creating a permanent deformity, and resulting in desaturation.

9.Scalp metastasis of glioblastome multiforme: Case report
Alpaslan Mayadağlı, Kemal Ekici, Atınç Aksu, Dilek Yavuzer, Mesut Yılmaz
Pages 151 - 155
Glioblastoma multiforme (GBM) merkezi sinir sisteminin sık görülen primer tümörlerindendir. Beyin omurilik sıvısı yoluyla ya da lokal invazyon şeklinde yayılım gösterebilir. GBM’nin skalp metastazı oldukça nadir görülür. Bu yazıda, GBM nedeniyle ameliyat olduktan sonra skalp metastazı gelişen bir olgu sunulmuş ve literatür göz önüne alınarak değerlendirilmiştir.
Glioblastoma multiforme (GBS) is a frequently seen primary cerebral tumor. They can spread by local invasion or via cerebrospinal fluid. The metastasis of GBS to the scalp is seen rarely. In this report, we present a case of GBS that spread to the scalp; the case is evaluated in light of the related literature.

10.Kartagener's syndrome in a child with type 1 diabetes mellitus: Case report
Vefik Arıca, Hanifi Bayaroğulları, Murat Tutanç, Seçil Arıca, İbrahim Şilfeler, Ali Türkay, Tayip Memet Arslan, Rasim Yanmaz
Pages 156 - 160
Kartagener sendromu situs inversus, bronşektazi ve sinüzit triadından oluşan ender, otozomal resesif geçişli konjenital bir malformasyondur. Kliniğimizde takip edilen Kartagener sendromlu olgunun tip 1 Diabetes mellitus (DM) ile birlikteliğini sunmayı amaçladık. Sekiz yaşında erkek hasta, ateş, öksürük, boğaz ağrısı, baş ağrısı, karın ağrısı şikâyetleriyle başvurdu. Hasta tip 1 DM nedeniyle iki yıldır insülin tedavisi alıyordu. Fizik muayenesinde kalp tepe atımı sağda işitiliyordu. Her iki hemitoraks orta ve alt alanlarda ral mevcuttu. Ekokardiyografisinde dekstrokardi mevcut idi. Akciğer grafisinde kalp, aort topuzu ve mide fundus hava gölgesi sağda yerleşikti. Yüksek çözünürlüklü akciğer bilgisayarlı tomografide, sol akciğerde bronşektazi ve situs inversus totalis anomalisi vardı. Sinüs grafisinde maksiller sinüslerde havalanma azlığı ve mukoza kalınlaşması vardı. Literatürde sıkça yayımlanan, ancak pratikte çok sık düşünmediğimiz, hatta gözden kaçırdığımız Kartagener sendromuyla ilgili literatür bilgilerini gözden geçirdik. Poliklinikte sık rastlanan bronşit, bronşektazi, sinüzit, nazal polip vakalarında akla getirilmelidir.
Kartagener’s syndrome is a rare congenital malformation and characterized by the triad of bronchiectasis, sinusitis and situs inversus. We present herein a case followed in our clinic with Kartagener’s syndrome in association with type 1 diabetes mellitus (DM). An eight-year-old male patient was admitted to us with complaints of fever, cough, sore throat, headache, and abdominal pain. He had been receiving insulin therapy for two years due to type 1 DM. Physical examination revealed heart sounds on the right. Bilateral middle and lower areas had rales. There was dextrocardia on echocardiography. On the chest radiograph, the heart, aortic knob and gastric fundus air shadows were located on the right. High-resolution chest computed tomography (HRCT) showed anomalies in the left lung, bronchiectasis and situs inversus totalis. Sinus X-ray showed
mucosal thickening of maxillary sinuses and lack of aeration. In conclusion, though cases with Kartagener’s syndrome are frequently discussed in the literature, it remains underdiagnosed in our clinical practice. We thus reviewed the available literature at the time of our case. Kartagener syndrome should be considered in the differential diagnosis of patients presenting with frequent bronchitis, bronchiectasis, sinusitis, and nasal polyps.

11.Reviwer indeks of Journal of Kartal Training and Research Hospital, Volume XXI of 2010

Page 168
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale