ISSN    : 2587-0998
E-ISSN : 2587-1404
SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 16 (1)
Volume: 16  Issue: 1 - 2005
RESEARCH ARTICLE
1.Total Parenteral Nutrıtıon Applıcatıons In Surgıcal Patıents
Hasan Fehmi Küçük, Hüseyin Akyol, Oğuzhan Aziz Torlak, Mehmet Eser, Elif Çolak, Levent Kaptanoğlu, Necmi Kurt
Pages 1 - 6
AMAÇ: Total parenteral beslenme solüsyonları cerrahi kliniklerinde sıklıkla kullanılan besleme araçlarıdır. Bu yöntemin pek çok komplikasyonları vardır. Bu çalışmada total parenteral besleme uygulanan hastalarda ortaya çıkan komplikasyonlar incelendi. Mayıs 2002-Şubat 2003 tarihleri arasında total parenteral besleme uygulanan 46 hasta (30 erkek, 16 kadın; ort. yaş 60) değerlendirildi. En sık karşılaşılan komplikasyonlar infeksiyon nedeniyle oluşanlardı. İçeriği doktor istemine göre ayarlanabilen ve özel torbalar halinde hazırlanan total parenteral beslenme solüsyonu uygulanan hastalarda infeksiyon oranı daha yüksek saptandı (p<0.05). Total parenteral besleme uygulanan hastalar kateterin takılmasından itibaren mekanik, metabolik ve infeksiyöz komplikasyonlar açısından yakın takip edilmelidirler.
YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: Total parenteral nutrition solutions are often used in surgical clinics for nutritional purposes. Many complications accompany to total parenteral nutrition. In this study, we evaluated these complications. Forty-six patients (30 males, 16 females; median age 60) were enrolled in the study between May 2002 and February 2003. The most common complications were related to the infections. The infection rate between the three-compartment bags and hospital-compounded bags (in which the solutions can be adjusted according to the order of the doctor) was statistically different (p<0.05). The patients that total parenteral nutrition applied should be followed up closely for mechanic, metabolic and infectious complications.
METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

2.Anemıa And Transfusıon Therapy In Crıtıcally Ill Patıents
Banu Çevik, Serhan Çolakoğlu, Cenk İlham, Ayşegül Çizen, Tülin Yollo Atakan, Elif Bombacı
Pages 7 - 12
AMAÇ: Anemi yoğun bakım hastalarında sık karşılaşılan ve çeşitli nedenlere bağlı olarak gelişebilen bir durumdur. Bu hastalarda tam kan ve eritrosit süspansiyonu, taze donmuş plazma, trombosit süspansiyonu gibi kan ürünlerinin kullanımı sıktır. Bu çalışmada yoğun bakım hastalarındaki kan ve kan ürünleri transfüzyonu uygulamalarımızın araştırılması amaçlandı. Üç ay süresince 24 saatten uzun yatan ve transfüzyon uygulanan hastaların yaş, cinsiyet, “Acute Physiology and Chronic Health Evaluation (APACHE II)” ve “Sequential Organ Failure Assessment (SOFA)” skorları, yatış süreleri, transfüzyon sayısı ve endikasyonları ile hasta mortalitesi kaydedildi. Yirmi hasta (6 kadın, 14 erkek; yaş ortalaması 54.8±21.28 yıl) çalışma süresince takip edildi. Ortalama APACHE II skoru 16.95±5.86, ortalama SOFA skoru 8.8±2.06 olarak hesaplandı. Toplam 280 transfüzyon uygulandı. Bunların 41’i (%14.65) eritrosit süspansiyonu ve 45’i (%16.07) tam kandı. Bu transfüzyonların 50’sinde (%58.14) hemoglobin değeri 9 g/dL’nin altında idi. Toplam 119 (%42.5) ve 75 (%26.78) transfüzyon ise sırasıyla trombosit süspansiyonu ve taze donmuş plazma idi. Trombosit transfüzyonu, trombosit sayısı 100x109 /L olacak şekilde yapıldı. Transfüzyonun en sık nedenleri düşük hemoglobin seviyesi, akut kanamalar, düşük trombosit sayısı ve uzamış protrombin zamanı idi. Hastaların ortalama yatış süresi 14.65±7.52 gün ve mortalite oranı %60 olarak belirlendi. Yoğun bakım hastalarının anemiyi tolere etmesi hastanın klinik durumuna ve eşlik eden hastalıklarına bağlı olarak değişkenlik gösterebileceğinden normovoleminin sağlanması temel hedeflerdendir.
YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: Anemia is a common finding in critically ill patients and there are multiple causes. Whole blood and blood components and therapy with transfusion of red cells, plasma and platelets are commonly used in critical care. This prospective observational study was conducted to assess the transfusion practice in critically ill patients. Data was collected for a 3-month period on age, gender, Acute Physiology and Chronic Health Evaluation (APACHE II) and Sequential Organ Failure Assessment (SOFA) scores, length of stay, number of transfusions, transfusion indications and mortality throughout Intensive Care Unit (ICU) stay for all patients who stayed for longer than 24 h. Twenty patients (6 female, 14 male with a mean age of 54.8±21.28 years) were enrolled in the study. The mean APACHE II was 16.95±5.86 and SOFA scores were 8.8±2.06. The number of total transfusion amount was 280. The average pretransfusion hemoglobin concentration was less than 9 g/dL in 50 episodes (58.14%) of 41 red blood cell (14.65%) and 45 whole blood transfusions (16.07%). Total 119 (42.5%) and 75 (26.78%) of transfusions were platelets and fresh frozen plasma, respectively. Most platelet transfusions were administered until the level of 100x109 /L was attained. The common indications for transfusion were low hemoglobin, acute hemorrhage, low platelet counts and prolonged prothrombin time. Mean length of stay in Intensive Care Unit was 14.65±7.52 days and mortality rate was 60%. Since the abilities of the patients to tolerate anemia depend on their clinical conditions and the presence of any significant co-morbidity; maintenance of circulating volume is of paramount importance.
METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

3.The Relatıonshıp Between Crp Levels And Morbıdıty In Acute Coronary Syndrome
Rahmi Irmak, Ahmet Akın, Seda Tarakji, Hasan Kılıç, Özgür Keşkek, Muharrem Koçar, Didem Aydın
Pages 13 - 16
AMAÇ: Tromboz ve inflamasyon koroner arter hastalığı patofizyolojisinde önemli rol oynar. Kliniğimize kabul edilen 80 hasta (57 erkek, 23 kadın) üzerinde yapılan çalışmada 49 ST elevasyonlu, 31 ST elevasyonsuz olgu incelemeye alındı. C reaktif protein (CRP), sedimantasyon, serum amiloid A ve fibrinojen değerlerine bakıldı. ST elevasyonlularda CRP ortalaması 80.6±14.3 ü, non-ST elevasyonlularda 19.29±12.63 ü saptandı. Sonuçlar istatistiksel olarak anlamsızdı (p>0.05). Morbidite saptanmayan grupta CRP ortalaması 16.52±15.58 ü, morbiditeli grupta ise 50.81±32.31 ü olarak bulundu. Sonuçlar istatistiksel olarak anlamlı idi (p<0.0001). Böylece CRP düzeyinin saptanmasının hastane içi erken morbidite için değerli bir gösterge olduğu belirlendi. Sedimantasyon düzeyleri ST elevasyonlu miyokard infarktüslerde (Mİ) 17.37±17.52 mm/s, ST elevasyonsuz Mİ’lerde 27.32±21.84 mm/s bulundu. İstatistiki olarak anlamlı idi (p<0.05). Morbiditesiz grupta sedimantasyon 19.07±18.62 mm/s morbiditeli grupta ise 28.16±22.16 mm/s olarak saptandı. Sedimantasyon düzeyleri ile hastane içi erken morbidite arasındaki ilişki istatistiksel anlamlılık düzeyine ulaşmadı (p>0.05).
YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: Thrombosis and inflammation have an important role in pathophysiology of coronary artery disease. In this study, we evaluated 80 patients (57 males, 23 females) of whom 49 had ST elevations and 37 did not have ST elevations. CRP, sedimentation, SAA and fibrinogen values were evaluated. Mean CRP value was 80.6±14.3u in patients with ST elevation and 19.29±12.63u in patients without ST elevation. This was not statistically significant (p>0.05). The mean CRP value was 16.52±15.58u in patients without morbidity and 50.18±32.31u in patients with morbidity. This was statistically significant (p<0.0001). We observed that CRP value was the important indicator for early morbidity in the hospital. The sedimentation rates were 17.37±17.52 mm/h in MI patients with ST elevation and 27.32±21.84 mm/h in MI patients without ST elevation. This was statistically significant (p<0.05). The sedimentation rates were 19.37±18.62 mm/h in patients without morbidity and 28.16±22.16 mm/h in patients with morbidity, respectively. The relation between sedimentation rates and morbidity in the hospital was not statistically significant (p>0.05).
METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

4.Comparıson Of Hıstory Of The Patıents Havıng Overactıve Bladder Syndrome Wıth The Voıdıng Dıary
Önder Cangüven, Cemal Göktaş, Göksel Ayköse, Selami Albayrak
Pages 17 - 19
AMAÇ: Aşırı aktif mesane sendromunun tanısı hastanın semptomlarına göre konulmaktadır. Bu çalışmanın amacı ilk muayenede hastanın belirttiği noktüri, idrar sıklığı ve miktarının işeme günlüğü ile elde edilen verilerle karşılaştırılmasıdır. Alt üriner sistem yakınmalı 20 hasta (12 erkek, 8 kadın; ort. yaş 50; dağılım 26-75) öykü, işeme günlüğü, 24 saatlik idrar miktarı, idrar analizi, üriner ultrasonografi ve miksiyon sonrası rezidü idrar ölçümü ile değerlendirildi. Hastalardan işeme sıklığı öyküsü alındı. Ardından idrar miktarını ve sıklığını yazabilecekleri üç günlük işeme günlüğü formu ile ölçekli (10 ml hassasiyetinde) işeme kabı verildi. Hastaların öykülerindeki gece ve gündüz işeme sıklığı ile işeme günlüğü verileri karşılaştırıldı. Yirmi hastanın 14’ünde öykü ile işeme günlüğü verileri örtüşüyordu. Öyküdeki idrar sıklığı ile işeme günlüğünden elde edilen veriler arasında zayıf bir korelasyon saptandı (r=0.290). İlk muayenede ifade edilen ile işeme günlüğünden elde edilen verilerin uyumlu olması nedeniyle bu grup hastalarda işeme günlüğü kullanımının tanı ve tedavinin yönlendirilmesinde zaman ve iş kaybına neden olacağı düşünüldü.
YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: The diagnosis of overactive bladder syndrome is established in accordance with the patient’s symptoms. The purpose of this study is to compare the nocturia, frequency of urination and the amount of urine with the data obtained from the patient’s voiding diary. Twenty patients having complaints related with the lower urinary tract were evaluated in accordance with their history, voiding diary, amount of 24 hour urine, urine analysis and the measurement of residual urine after the urinary ultrasonography and micturition. Urination frequency histories were received from the patients. Afterwards, the patients were given a voiding diary in which they could record their urination frequency and the amount of urine for three days and a urine pot with scale (10 ml accuracy). Their story of day and night urination frequency was compared with the data obtained from the voiding diaries. In 14 of the 20 patients (12 males, 8 females; mean age 50 years; range 26 to 75 years), the histories and data obtained from the voiding diary were overlapping. A poor correlation was found between the urinary frequency history and the data obtained from the voiding diary (r=0.290). As the initially stated data and the data obtained from the voiding diary comply with each other, it was decided that the use of voiding diary as guidance in diagnosis and treatment in this group of patients would be a waste of time and effort.
METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

5.The Effects Of Increased Intra Abdomınal Pressure On Kıdneys In Mıce In Vıvo
Serhat Ektirici, Ayhan Çevik, Mustafa Gülmen, Nejdet Bildik, Hüseyin Ekinci, Özer Çolak
Pages 20 - 23
AMAÇ: Karıniçi basınç yüksekliği şüphesi olan hastalarda, karıniçi basınç ölçülüp yakın takip edilerek, abdominal kompartman sendromu gelişmesi engellenebilmektedir. Etyolojiye yönelik tedavilere rağmen abdominal kompartman sendromu geliştiğinde multipl organ disfonksiyonu nedeniyle ölüm oranları halen yüksektir. Bu deneysel çalışmada, farelere uygulanan karıniçi basınç yüksekliğinin zaman ilerledikçe ve basınç yüksekliğine paralel olarak böbrek fonksiyonlarını olumsuz etkilediği istatistiksel olarak belirlendi. Karıniçi basınç yüksekliği görülen hastalara, geçen sürenin etkileri de göz önüne alınarak yakın takiple zamanında müdahale edilmelidir.
YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: In patients with suspected elevated intraabdominal pressure, pressure measurements should be monitorized closely for preventing abdominal compartment syndrome. However, treatment modalities appropriate for the etiology, multiple organ dysfunction and mortality are still high in abdominal compartment syndrome. In our experimental study, we observed that increased intraabdominal pressure causes negative changes in kidney function tests statistically as time passes. We believed that patients with increased intraabdominal pressure should be monitorized very closely for definitive management.
METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

6.The Importance Of Plasma Lıpoproteın(A) Levels In The Preeclampsıa
Kadir Güzin, Semra Kayataş Eser, Erkan Coşkun, Cevahir Tekcan, Necdet Süer
Pages 24 - 27
AMAÇ: Çalışmamızda Lipoprotein(a) [Lp(a)] düzeylerinde hafif, ağır preeklamptik ve normal gebelikler arasında fark olup olmadığını ve hastalığın şiddeti ile ilişkisini araştırmak istedik. Kliniğimize 01.01.2003 ile 01.04.2004 tarihleri arasında başvuran ve yapılan incelemeler sonucu preeklampsi tanısı alan toplam 26 gebe çalışmaya dahil edildi. Preeklamptik olgulardan 18 gebe hafif preeklamptik (arteriyel kan basıncı sistolik 140-160 mmHg, diyastolik 90-100 mmHg) ve 8 gebe ağır preeklamptik (arteriyel kan basıncı sistolik >160 mmHg, diyastolik >110 mmHg) olarak gruplandırıldı. Kontrol grubu olarak 18 gebe (arteriyel kan basıncı sistolik <140 mmHg, diyastolik <90 mmHg) seçildi. Hafif preeklamptik grup 31-40. gebelik haftaları (ortalama 36.1±4.5 gebelik haftası) arasında, ağır preeklamtik grup 35-38 gebelik haftaları (ortalama 35.2±5.3 gebelik haftası) arasında, normal gebeler ise 36-40. gebelik haftaları (ortalama 38.1±3.2 gebelik haftası) arasındaydı. Tüm gruplardan venöz kan örneklemeleri yapıldı. Spektrofotometrik olarak ölçülen plazma Lp(a) düzeyleri preeklamptik grup ile normal klinik bulgu veren gebeler arasında karşılaştırıldı. Ortalama Lp(a) plazma düzeyleri normal gebelerde 9.3±0.9 mg/dl, hafif preeklamptik gebelerde 18.6±2.3 mg/dl, ağır preeklamptik gebelerde 27.5±2.4 mg/dl ölçüldü (p<0.001). Sonuç olarak normal ve preeklamptik gebelerde plazma Lp(a) düzeyleri arasında anlamlı bir ilişki saptandı.
YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: The aim of this study was to determine if there were any differences between the plasma lipoprotein(a) levels in mild, severe preeclampsia and normal pregnancies and to evaluate relation with severity of the disease. Total 26 pregnant women who presented to our clinic between January 1st, 2003 and April 1st, 2004 and received preeclampsia diagnosis after assessments were included into the study. According to evaluations they were classified as: mild preeclampsia (systolic blood pressure (SBP) 140-160 mmHg, diastolic blood pressure (DBP) 90-100 mmHg) (n=18), severe preeclampsia (systolic blood pressure >160 mmHg and diastolic blood pressure >110 mmHg) (n=8). 18 normal pregnant women (systolic blood pressure <140 mmHg, diastolic blood pressure <90 mmHg) were selected as control group. 18 patients (31-40 weeks of gestation, mean 36.1±4.5) were mild preeclamptic, 8 patients (35-38 weeks of gestation, mean 35.2±5.3) were severe preeclamptic and 18 patients (36-40 weeks of gestation, mean 38.1±3.2) were normal pregnant. Venous blood sampling was performed from all groups. Plasma Lp(a) levels measured by spectrophotometer in venous blood samples were compared between preeclamptic group and pregnant group with normal clinical results. Mean Lp(a) levels were measured in normal pregnancies as 9.3±0.9 mg/dL, in mild preeclampsia as 18.6±2.3 mg/dL and in severe preeclampsia as 27.5±2.4 mg/dL. (p<0.001). In conclusion, we found that there was a significant correlation between preeclamptic pregnants’ and normal pregnants’ serum Lp(a) levels.
METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

7.Capsulorhexıs Usıng Trypan Blue In Cases Wıth Mature Cataract
Yelda Buyru Özkurt, Yeşim Oral, Özgül Karacan, Ömer Kamil Doğan
Pages 28 - 31
AMAÇ: Olgun kataraktlı olgularda tripan mavisiyle ön kapsülü boyayarak görülebilir hale getirip, bu boyanın kontinü kurvilineer kapsüloreksisi (KKK) kolaylaştırıcı özelliklerini ve yan etkilerini araştırmak amacıyla Aralık 2000-Kasım 2001 tarihleri arasında fakoemülsifikasyon cerrahisi yapılan 39 hastanın (22 erkek, 17 kadın; ort. yaş 68±6.53) 41 gözü (beyaz matür kataraktlı) çalışma kapsamına alındı. Tüm olguların ön kapsülü %0.1’lik tripan mavisi ile boyanarak, KKK yapıldı ve fakoemülsifikasyon cerrahisi uygulandı. Ameliyat sonrası 1., 3., 15. 30. ve 60. günlerde biyomikroskopik, fundoskopik muayene ve göz içi basıncı kontrolleri yapıldı. Tüm olgularda tripan mavisi ile kapsül görülebilir hale getirilip, kapsüloreksis komplikasyonsuz tamamlandı. Olgularımızın ameliyat sonrası yapılan birinci gün kontrollerinde dokuz gözde (9/41) tünel kesi yerinde kornea boyanması, dokuz olguda (9/41) hafif kornea ödemi mevcuttu. Hastaların ikinci muayenelerinde ise boyanın tamamen gözden temizlenmiş olduğu görüldü. Daha sonraki kontrollerde de herhangi bir ön kamara reaksiyonu ya da endotel dekompansasyonu gibi komplikasyonlarla karşılaşılmadı. Sonuç olarak, tripan mavisiyle ön kapsülü boyama, özellikle kırmızı fundus refleksinin alınamadığı matür kataraktlı olgularda, kapsülün daha rahat görülebilmesini sağlayarak, daha güvenli kapsüloreksis sağlayan ve böylece fakoemülsifikasyon cerrahisinin endikasyon alanını genişletebilen bir yöntemdir.
YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: Forty-one eyes of 39 patients (22 males, 17 females; mean age 68±6.53 years) with white mature cataracts who had phacoemulsification surgery between December 2000 and November 2001 were included in this study to be evaluated for the facilitating effects of trypan blue on continuous curvilinear capsulorhexis (CCC) and side effects in eyes with a mature cataract by staining the anterior part of the lens capsule with this dye. CCC was performed in all cases by staining the anterior capsule with trypan blue 0.1% and then followed by phacoemulsification. Slit-lamp and fundus examination and applanation tonometry were performed at first, third, 15th, 30th and 60th days during the postoperative period. Capsulorhexis could be accomplished without any complication in all cases by better visualization of the anterior capsule with trypan blue. The first day controls of the patients revealed corneal staining of tunnel incision in nine eyes (9/41) and slight corneal edema in nine eyes (9/41). In the third day examination, it was seen that the dye was cleared completely from the eye. Any other complication such as anterior chamber reaction or endothelial decompensation was not seen during the all follow-up period. In conclusion, the staining of anterior capsule with trypan blue especially in mature cataract cases without fundus reflex is a method assuring a safer capsulorhexis by better visualization of the anterior capsule and therefore extending the indication limits of phacoemulsification surgery.
METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

8.Hepatıc Malondıaldehyde Levels As Dıstant Tıssue Injury Marker Arısed After Ischemıa Reperfusıon In Ovarıectomızed Rats
Hülya Aybek, Süleyman Demir, Selahattin Sert, Erkan Alataş
Pages 32 - 35
AMAÇ: İskemi reperfüzyon modellerinde yalnızca iskemi gelişen dokunun değil, uzak dokuların da hasar gördüğü bildirilmiştir. Bu çalışmada overektomili sıçanlarda doku malondialdehid (MDA) düzeylerine bakılarak, serebral iskemi reperfüzyonun karaciğer dokusunda uzak doku hasarı oluşturma durumu araştırıldı. Wistar albino cinsi sıçanlar rasgele gruplara bölündü. Grup 1: Overektomize ve iskemi reperfüzyon yapılan grup (n=9). Grup 2: Sadece overektomize olan grup (n=5). Grup 3: Overektomi ve iskemi reperfüzyon yapılmayan grup (n=5). Grup 1 ve 2’deki sıçanlara overektomi yapıldıktan iki hafta sonra grup 1’deki sıçanların karotis arterlerine Pulsinelli ve ark.nın geliştirdiği ve yeniledikleri dört damar oklüzyon modeli ile serebral iskemi modeli oluşturuldu. Yirmi dört saatlik reperfüzyonu takiben alınan karaciğer dokusunda MDA düzeyi çalışıldı. Karaciğer dokusunda MDA düzeyleri grup 1’de 99.2±40.2 nmol/mg doku, grup 2’de 31.5±5.5 nmol/mg doku, grup 3’de 35.8±6.6 nmol/mg doku olarak bulundu. Grup 1’deki MDA düzeyi grup 2 (p=0.006) ve grup 3’e (p=0.009) göre istatistiksel olarak anlamlı artış gösterdi. Bu sonuçlar overektomili sıçanlarda beyin iskemi reperfüzyonun karaciğer dokusunda uzak doku hasarı yaparak MDA düzeylerini artırdığını göstermektedir.
YÖNTEMLER:
BULGULAR:
SONUÇ:
OBJECTIVE: In ischemia reperfusion models, it is notified that not only the ischemic tissue but also distant tissues were injured. The purpose of this study was to investigate even if cerebral ischemia reperfusion causes distant tissue damage in hepatic tissue in ovariectomized rats, by evaluating tissue MDA levels. Wistar albino type rats were randomly divided into groups. Group 1: ovariectomized and subjected to ischemia and reperfusion (n=9), Group 2: ovariectomized only (n=5), Group 3: neither ovariectomized nor subjected to ischemia and reperfusion (n=5). Following two weeks the rats in group 1 and 2 have been ovariectomized, rats in group 1 were subjected to cerebral ischemia through their carotid arteries with four vessel occlusion model modified by Pussinelli et al. After 24 hour of reperfusion, MDA levels were studied on the hepatic tissue samples. Hepatic tissue MDA levels were as following: Group 1: 99.2±40.2 nmol/mg tissue, Group 2: 31.5±5.5 nmol/mg tissue, Group 3: 35.8±6.6 nmol/mg tissue. MDA levels of group 1 were statistically higher than group 2 (p=0.006) and group 3 (p=0.009). These results reveal that brain ischemia reperfusion increases MDA levels in ovariectomized rats by generating distant tissue damage at hepatic tissue.


METHODS:
RESULTS:
CONCLUSION:

CASE REPORT
9.Prımary Hyperaldesteronısm And Intensıve Care
Tamer Kuzucuoğlu, Hacer Yeter, Özlem Yetişgen, Cihan Kolip, Yasin Yener, Zuhal Arıkan
Pages 36 - 37
Primer hiperaldesteronizm %75-80 oranında sürrenal bezin adenomundan kaynaklanmaktadır. Sekonder hiperaldesteronizm ise; renin-anjiotensin-aldesteron sistemine bağlı olarak hiponatremi ve hipovolemiye yol açan çeşitli fonksiyonel durumlarda görülmektedir. Primer aldesteronizm olgularında klinik tabloda hipertansiyon, hipoksi, oligüri, takipne ve ileri derecede kas güçsüzlüğü mevcuttur. Laboratuvar bulgusu olarak; plazma renin seviyeleri düşük, aldesteron seviyeleri artmış ve kas güçsüzlüğüne sebep olan tehlikeli boyutta hipokalemi mevcuttur. Primer hiperaldesteronizm tedavisinde; adenomun cerrahi olarak çıkarılması, antihipertansifler, hipopotaseminin ve elektrolit bozukluklarının düzeltilmesi, oligüri için K+ tutucu spironolakton kullanımı ile başarılı sonuçlar alınmaktadır.
Approximately 75-80% of primary hyperaldesteronism is associated with surrenal adenoma. Seconder hyperaldesteronism also result in changes electrolyte abnormalities like hyponatremia and hypovolemia in associated with renin-angitensine aldesteronism system. These patients may present hypertension, hypoxia, oliguria, hypopotasemia, metabolic alkalosis and severe muscular fatigue due to hypopotasemia. Renin concentration in plasma is lower than normal range in plasma but, aldesterone concentration is higher than normal range in these patients. Surgical removal of the adenoma, antihypertensive drugs, correcting of hypopotasemia and electrolyte disorders by using electrolyte, spironolactone for sparing K+ should be used for improving symptoms in management.

10.Unılateral Vıth Cranıal Nerve Paresıs After Spınal Anesthesıa: A Case Report
Tamer Kuzucuoğlu, Özlem Demirtaş, Hakan Erkal, Gülten Arslan, Zuhal Arıkan
Pages 38 - 39
Dura ponksiyonu sonrası gelişen baş ağrısı, anestezi amaçlı dura ponksiyonun nadir görülen bir yan etkisidir. Fronto-oksipital yerleşimli bu başağrısı, istemsiz hareketler, bulantı, fotofobi, hipoakuzi ile beraber görülebildiği gibi bazen de kraniyal sinirlerin etkilenmesi ile beraber olabilir. Bu yazıda elektif pilonidal sinüs ameliyatı için 25 G Atrokan iğne ile spinal anestezi uygulandıktan sonra sağ gözde VI. sinir parezisi gelişen bir olgu sunulmuş ve mevcut literatür eşliğinde tartışılmıştır.
Postdural puncture headache (PDPH) is an infrequent side effect of anesthetic dura mater puncture. This fronto-occipital headache can be accompanied by wambles, emesis, photophobia, hypoacuousia and sometimes involvement of cranial nerves. In this paper, we present a case of right VIth cranial paresis that appeared after a spinal anesthesia performed with a 25 G Atraucan needle for elective pylonidal sinus operation. The case has been discussed regarding the relevant literature.

11.Malıgnant Melanoma Of The Vulva: Case Report
Alpaslan Mayadağlı, Makbule Eren, Dilek Gül, Zerrin Özgen, Kimia Çepni
Pages 40 - 42
Vulvada malign melanom, nadir görülen bir tümördür. Bununla beraber vulvanın ikinci sık malignitesidir. Tüm vulvar kanserlerin %4-10’unu oluşturur. Kadınlarda melanomların yaklaşık %5’ine vulvada rastlanılır. Geleneksel cerrahi tedavi olarak radikal vulvektomi ve iki taraflı inguinal lenf nodu diseksiyonu tercih edilen yöntemdir. Eksternal radyoterapi uzun dönem lokal kontrolü sağlar ve seçilmiş olgularda palyasyon açısından önem kazanır. Birden çok ve her biri farklı ve ileri evrede olan lezyonları bulunan olgumuzu sunduk.
Malignant melanoma of the vulva is an uncommon cancer. On the other hand about 4-10% of vulvar malignancies are malignant melanoma. Moreover, 5% of melanomas in women develops in the vulva. Radical vulvectomy and bilateral inguinal lymph node dissection is currently the standard approach in the management. External beam radiotherapy can provide long-term local control and can be preferred for palliation in selected cases. Here we present a case of multiple advanced stage malignant melanomas.

12.Successful Recovery Of Infectıve Endocardıtıs-Induced Rapıdly Progressıve Glomerulonephrıtıs And Acute Heart Faılure: Case Report
Rahmi Irmak, Banu Şahin Yıldız, Mehmet Çobanoğlu, Ahmet Akın, Hasan Kılıç
Pages 43 - 45
Akut renal yetmezlik (rapidly progressive glomerulonephritis) ve kalp yetmezliği olan hastada infektif endokardit ve mitral kapak rüptürü saptandı. Mitral kapak replasmanı, intravenöz pulse steroid tedavisi ve antibiotik tedavisi ile hasta başarılı bir şekilde tedavi edildi.
In the following case report, we present a patient who has been admitted to the hospital for acute renal failure (rapidly progressive glomerulonephritis) and heart failure causing to infective endocarditis. The patient was successfully treated with intravenous pulse steroid, antibiotherapy and surgical therapy.

REVIEW
13.Ürtikerde Etyopatogenez
Özer Arıcan, Ramazan Kutluk
Pages 46 - 52
Abstract |Full Text PDF

14.Nozokomiyal Üriner Sistem İnfeksiyonları
Ayşe Batırel, Serdar Özer, Serap Gençer
Pages 53 - 58
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale