ISSN    : 2587-0998
E-ISSN : 2587-1404
SOUTHERN CLINICS OF ISTANBUL EURASIA - South Clin Ist Euras: 11 (1)
Volume: 11  Issue: 1 - 2000
CLINICAL AND EXPERIMENTAL RESEARCH
1.Fournier's Gangrene
Nejdet Bildik, Necmi Kurt, Hüseyin Ekinci, Özden Gül, Uğur Kuyumcuoğlu, Mustafa Gülmen
Pages 777 - 779
Foumier Gangreni {FG), genital ve perineal dokuların, nispeten nadir, mikst aerobik ve anaerobik enfeksiyonudur. Kliniğimizde 1994-2000 tarihleri arasında, FG tanısı konulan 10 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Ortalama yaşı 59.7(34-83) yıl olan olgularımızın hepsi erkekti. Hastalığın en sık rastlandığı yer perineo-skrotal alan (7 hasta, %70), en sık yandaş hastalık ise Diabetcs Mellitus (7 hasta, %70)idi. Nckrotik dokuların cerrahi debridman], geniş spektrumlu antibiyotik tedavisi ve mitrisyoncl destek bütün hastalara uygulanırken, yara defcklini onarmak için ikinci seansta rekonstrüktif cerrahi girişim iki hastaya ve hiperbarik oksijen tedavisi (HBO) bir hastaya ilave edilmiştir. Mortalitıe oranı %10 (I hasta) bulunmuştur. Erken teşhis'e, geniş spektrumlu uygun antibiyotiklere, cerrahi debritman uygulamaları, nütrisyonel destek ve HBO tedavisine rağmen, FG hala yüksek morbidite ve mortalite oranlarına sahiptir.
Fournier's Gangrene (FG) İs a relattvely rare, mixed aerobic and anaerobie infection of genital and perinea! tissues. in our elinic between 1994-2000 ycars, 10 cases with diagnosis of FG w er e evaluated retrospeetively. Ali wcre males with a mean age of 59.7 (34-83), The most common sites of origin of infection vvere perineo-serotal arca (7 patients, 70%) and the most common concomitunt disease was Diabetes Mellitus (7 palients, 70%). W hile debridement of necrotîc tissue, wide speetrum antibiotic therapy and nutritional support were pcrfonncd to ali patients, the rcconstructive surgical intervention in order to repair the wound defect in a second session for lwo patients and hypcrbaric oxygen therapy(HBO) for one patient vvere added to the tlıerapy. Ilıt mortality rale was 10% (1 patient). Dcspite of early diagnosis, appropiate wide speetrum antibiotics, surgical debridement manupulations, nutritional support and HBO, FG stili has hisli morbidity and mortality rates.

2.Evaluation Of 61 Cases Of Acute Bacterial Meningitis
Serdar Özer, Nuray Oltan, Öznur Ak, Neşe Yıldırım, Yelda Dereli, îsmiharı Kuzu
Pages 780 - 782
Akut bakteriye] menenjit, gelişen anıimikrobiyal tedaviye rağmen günümüzde hala önemli bir murbîdite ve mortalite sebebidir. Bu çalışmada, kliniğimizde 6 yıl içinde takip edilen akut bakteriyel menenjit olgularının klinik ve laboratuvar özellikleri, predispozan faktörleri, tedavi protokolleri ve tedavi yanıtlarını retrospektif olarak incelemeyi amaçladık. 1993-1998 yıllan arasında Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi İnfeksiyon Hastalıkları Kliniğinde yatan 61 akut bakteriyel menenjit olgusunun retrospektif olarak dosya taraması yapıldı. 34'ü (%55.7) erkek, 27'si (%44,Z) kadın olan vakaların yaş dağılımı 14-86 yaş arasında bulundu. Vakaların tümünde ateş, baş ağrısı, bulantı, kusma, meninks irritasyon bulguları, 55'inde (%90.2) iökositoz, 20 vakada (%32.7) şuur değişikliği vardı. 22 vakada (%36) predispozan bir faktör saptandı. En sık S. pneumoniae olmak üzere 16 vakada (%26.2) edcen izole edildi, 56'sında (%91.8) şifa sağlanırken 5 vaka (%8.2) kaybedildi. Akut bakteriyel menenjitte etkene bağlı olmaksızın benzer klinik ve laboratuvar bulguları görülmektedir. Erişkin yaş grubunda en sık etken S. pneumoniae' dır.
Acute bactcrial meningitis is an important cause of morbidiry and mortalily in spite of advnnced antimk-rohial treatment. in this study we aimcd to evatuate clinical features, laboratory fîndings, predisposing factors, treatment protocols and cffectiveness of treatment in cases of acute bactcrial meningitis treated in our department retrospectively İn a period of 6years. A total of 61 patîents with acute bactcrial meningitis hospitalized in Kartal Research and Traİnİng Hospİtal, Department of İnfcctious Diseases betwecn 1993 and 1998 were revie\ved. Of ali cases, the ages of vvhom vvere ranging from 14 to 86,34 (55,7%) were men and 27 (44,2%) were namen. There vvere fever, headachc, nousea-vomiting, meningismus in ali of cases, leukocytnsis in 55 (90,2%) cases, changes in consciousness in 20 (32,7%) cases. A predisposing factor was determined in also in 22 (36%) cases. En 16 (26,2%) cases pathogens wcre İsolatcd and Strcptococcus pneumoniae was the mnst cıımmnn. 56 (91,8%) of cases recovcrcd completely, 5 (8,2%) cases died. in acute bacterial meningitis similar clinical and laboratory fîndings arc scen not depending on pathogen. The most common pathogen in aduits is S. pneumoniae.

3.Comparison of the insertion of the Laryngeal Mask with sevoflurane and propofol Induction
Banu Çevik, Arzum Örskıran, Murat Konakçı, Melek Çelik, Zuhal Arıkan
Pages 783 - 786
1981 yılında Brain tarafından geliştirilen Laringeal Maske(LM)'nin endotrakeal entübasyon ve yüz maskesine olan üstünlükleri anestezide kalıcı bir yer edinmesini sağlamıştır. LM, intravenöz ve inhalasyon ajanları kullanılarak yerleştirilebilir. Çalışmamızda sevofloran ve propofol indüksiyonu ile LM uygulanan hastalarda hemodinamik değişiklikleri, yerleştirme kalitesi ve komplikasyonları karşılaştırmayı amaçladık. 40 hasta rasgele iki gruba ayrılarak birinci gruba sevofloran, ikinci gruba propofol ile indüksiyon sağlandı ve uygun boydaki LM yerleştirildi. Sevofloran grubunda LM yerleştirme süresi propofol e oranla daha uzundu (241.31 + 146.7, 122.94±67.98 sn) ve fark istatistiksel olarak anlamlıydı (p<0.05). İlk denemede yerleştirme açısından her iki grubun sonuçlan arasında fark görülmedi (p>0,05). Hemodinamik parametreler incelendiğinde, propofol grubundaki düşüşler sevofloran grubuna oranla daha fazlaydı. Gruplar arası fark istatistiksel olarak ileri derecede anlamlıydı (p<0.001). Gruplar, gelişen komplikasyonlar açısından değerlendirildiğinde, öksürük, aritmi ve hasta hareketi gibi komplikasyonlar propofol grubunda sevofloran grubuna oranla fazlaydı ve fark istatistiksel olarak ileri derecede anlamlıydı (p<0,001). Başarısız olunup endotrakeal entübasyona geçilen hasta oranı sevofloran grubunda %5 iken bu oran propofol grubunda %10'du. Sonuç olarak sevofloran'ın hoş kokusu, hemodinamik parametrelere ulan minimal etkisi ve düşük komplikasyon oranı nedeniyle LM yerleştirilmesinde propofol'e iyi bir alternatif olacağı kanısına varıldı.
Supcriority of Laryngeal Mask (LM) vvhich ıvas developed by Brain in 1981 över endotracheal intubation and facc mask provided LM a permanent place in anesthetic managements. The aim of this study Has to compare the haemodynamic parameters, insertion quality and complkatinn after the induetion of sevoflurane and propofol for insertion of LM. 40 patients were randomly dîvided into two groups and induetion with either sevoflurane or propofol, appropiate size of LM vvas inserted. The time between induetion and LM insertion was longer in sevoflurane group (241.31± 146.7, 122.94± 67.98) and the difference was statistically different (p<0.05). There was no difference between the two groups in insertion with the fîrst attempt (p>0.05). When the haemodynamic parameters were examincd, dcelines in propofol group wcre more than sevoflurane group and results were statistically different (p<0.001). Complications such as cough, aritmia and movement were seen more in propofol group (p<0.001). We concluded that sevoflurane can be a good alternative to propofol in LM insertion hecause of it's non-irritant odour, minimal haemodynamic effects and low complication rates

4.The Assessment Of İnfant's Nutritional Status
Ayhan Şeker, Hasan Yılmaz, Yasemin Akın, Gülnur Tokuç, Semiramis Sadıkoğlu, Ayça Vitrinel
Pages 787 - 789
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Kliniğinde çeşitli nedenlerden dolayı yatmakta olan ve yaşları 4-12 ay arasında değişen 32fi hastanın beslenme durumları değerlendirildi. Hastalar yalnız 4-6 ay anne sütü alanlar (Grup I ),başlangıçıan itibaren anne sütü ile birlikte yapay beslenenler (Grup2) ve sadece yapay beslenenler (Grup3) olmak üzere üç gruba ayrıldı. Bu grupların kendi aralarında boy ve kilo açısından perseniil değerleri karşılaştırıldı, Ayrıca çocuklar ek gıdaya erken başlayanlar (4 aydan önce) ve erken başlamayanlar olmak üzere iki gruba da ayrılarak boy ve kilo persentilleri değerlendirildi. Grup 1 ile Grup 2 arasında karşılaştırma yapıldığında boy ve kilo açısından persentil değerlerinde anlamlı bir fark bulunamadı. Grup I ile Grup 3 arasında ise kilo açısından anlamlı fark saptanırken. boy açısından farklık anlamlı bulunmadı. Ek gıdaya erken başlayanlar ile erken başlamayanlar karşılaştırıldığında ise kilo açısından ileri derecede anlamlı bir fark saptanırken boy açısından P değeri 0,05 olarak bulundu. Beslenme açısından annelerin eğilim durumları değerlendirilmek istendiğinde, bölgemizin özelliği dolayısıyla ilköğretim ile lise ve üstü arasında sayıca çok büyük bir farkın olması nedeniyle istatistiksel olarak yorumlanamadı.
The nutritional status of 326 infants aged behween 4-12 months who were hospitaliml in the pediatrics department of Kartal Training and Research Hospital due to various eauses were evaluated in this study. The children were divided into three groups; infants only breast fed for 4-6 months as Group 1 infants brest and artificially fedas Group2, and only artificially fed infants as Group 3. These three groups were compared according to weight and height percentiles. The infants were also arranged into two groups as early (before 4 months) and late beginners Tor supplemental nutrition. The infants İn these two groups were also evaluated for weight and height percentiles. Comparing thc weight and iıeight percentiles, we coııld not liııd any significant difference hetween Group l and 2. Although we found a significant difference related to weîght percentiles between Group 1 and 3; there was not a significant difference hehvecn tuo groups related to height percentiles. We also found a highly slatistcally significant difference between early and late beginners lor supplemental nutrition related to weight percentiles, but we could not find a significant difference for height between two groups. Although we tried to calculate the influence of the mother's educational status on infant's nutrition, due to the huge difference between primary and high school graduates we could not interprot it statistically.

5.Arterivel Blood Gases And Pef Values İn Acute Asthma Attack
Nesrin Kıral, Zeynep Öcal, Banu Salepçi, Gülsen Saraç, Benan ÇAĞLAYAN
Pages 790 - 791
Çalışmamızın amacı, akut astım atağı ile acile başvuran hastalarda arter kan gazı değişikliklerini inceleyip, havayolu obstıüksiyonunun derecesi ile kan gazı arasındaki korelasyonu araştırmaktı. Kardiyak, metabolik yada başka bir akciğer hastalığı olmayan, akut bronkospazm ile acile başvuran 43 astımlı baştanın PEF değerleri ve arter kangazı değerlerine bakıldı. 43 hastanın 32'sinde (%74.4) hipoksi, 29'unda (%67.4) hipokapnt, 9'unda (%20,!>) lıipeıkapni saptandı. 10 hastada respiraıuvar alkaloz (%23.3), 4 hastada respinmtvar asidoz (%9.3), bir hastada da (%2.3) metabolik asidoz görüldü. 200 It/dak 'nın üstündeki PEF değerleri hatif, 200 lt/dak' nın altındaki değerler ise orta ve ciddi obstrüksiyon olarak kabul edildi, PEF değeri 200 It/dak'nm altında 27 hasta, 200 lt/dak' nın üstünde 16 hasta mevcuttu. Tüm hasla grubunda ve PEF değeri 200 lı/dak'dan düşük olan grupta, PEF değeri ile PaO-, ve PaCOı arasındaki korelasyona bakmak için Pearson'ın lineer korelasyon testi kullanıldı. Tüm hasta grubunda PEF değeri ile PaO-, ve PaCO-v arasında korelasyon saptanmaz iken (PaO-> için r =0.1, PaC02 için r= -0.12 ), PEF değeri 200 It/dak'dan küçük olan grupta PEF ile PaO, arasında zayıf bir korelasyon saptandı. (r= 0.4, p<0.05). PEF ile PoCO-, arasında korelasyon bulunmadı.(r = -0,24, p>~0.05) Akut astım krizinde en sık rastlanan arter kan gazı değişiklikleri hipoksi, hipokapni ve respiratuvar alkalozdur. Hipoksemideki şiddetlenme aşırı havayolu obstrüksiyonu ile ilişkili olabilir
The aim of this study was to evaluate the changes in arterial blood gases in patients with ucut asthma attack and its torrelation with the degree of airway obstruction. 43 asthmatic patients admitted to the emergency service with acute bronehospasm were included İn the study. On admitted 32 of 43 patients (74.4%) had hypoxemİa, 29 (67.4%) had hypocaptıia and 9 (20.9%) had hypercapma. 10 patients had respiratory aeidosis and I patient (2.3%)had methabolic aeidosis. PEFvalues were ciassified as mild (> 200 ml/min),and moderate/severe obshuciion (<2U0 ml/min). 27 patients had severe obstruction while 16 had mild. İn Pearson's lineer correlatİon test. t here were tıo torrelation between Pa02 PaCO 2 and PEF values of the whole group {for PaO, r=0.I, for PaCO, t = -0,12). When severe and mild obstruction groups wcre examined separately, a weak correlation among Pa02 âcid PEF values in the group with moderate / severe obstrııetiun (r=Q.4, p>Ö,05) was deteleted but three were no correlation between PEF and PaCÛ2 (r= -0.24, p>0.05) İn the same group. İn conlusion hypoxetnia, hypocapnia and respiratory akalnsis arc the most frequent blood gas changes in acute asthma attack. Deteoriation in hypoxemia can be related to the degree of airway obstruction.

6.Serum Osteocalcine Levels Of Renal Osteodistrophic Children Treat Have Chronic Renal Failure
Asuman Kıral, Çiler Çelik, Serpil Yavrucu, Şemsa Gögcü, Ahmet Özgüner
Pages 792 - 794
Renal ostcodistrofi, kronik böbrek yetersizliğinin sık görülen erken bir komplikasyonudur. Böbrek yetmezliği gelişmiş bir hastada kemik hastalığının erken tanı ve tedavisinde serum osteokalsin düzeyleri önemli bir parametredir. Bu çalışmada son safha kronik böbrek yetersizliği olan, lıemodialize giren, radyolojik olarak renal ostcodistrofi tanısı konmuş, en az bir yıl süreyle kalsitriol tedavisine yanıtsız 9-15 yaşlar arasındaki 15 çocuk ile, kontrol grubu olarak alınan aynı yaş grubundaki 10 çocuk karşılaştırıldı. Hasta grubunda Ölçülen osteokalsin değerleri anlamlı olarak yüksekti. Serum osteokalsin değerlerinin, renal osteodistrofmiıı tanısı ve tedaviye yanıtının değerlendirilmesinde anlamlı bir gösterge olduğuna karar verdik.
Renal osteodistrophy is an early and a frequent complication of chronic renal failure. Serum osteoealeine level is an important parameter for the early diagnosis and the therapy of renal osteodistrophy. İn this study, we compared 15 end stage renal patients on hemodialysis who were diagnosed as renal osteodistrophy radioloyieally and treated by calcitriol for at least once year but were resistant to therapy with IQ healthy children in the same age group. Ostcocalein levels in the patient group were significantly higher than the control group. We decided that serum osteocalcin level is an important parameter İn the diagnosis and in the evaluation of the answer in treatment.

7.Axon Counting(=Mune) With Modified F Responses
Ülgen Kökeş, Mustafa Ertaş, Barış Baslo
Pages 795 - 800
Akson sayımı, motor nöron hastalıklarının gidisinin izlenmesinde, son zamanlarda, kullanıma girmiştir. Akson sayımı için, değişik yöntemler tanımlanmıştır. İlk tanımlanan ve yaygın kullanılan elektro fizyolojik yöntem, Mc Comas yöntemidir. Bu yöntem, akson sayım yöntemlerinin çoğu gibi, özel bilgisayar yazılımı gerektirdiğinden; sınırlı sayıdaki EMG Cİhazmda uygulanabilmektedir. F yanıtları ile akson sayımı, bugüne kadar sadece bir çalışmanın konusu olmuştur. Bu çalışmada da, özel bir bilgisayar yazılımı ve karmaşık düzeltine işlemleri ile F yanıtları akson sayımında kullanılabilir hale getirilmiştir. Çalışmamızda, standarı EMG cihazlarında uygulanabilen, F yanıtını kullanan, modifiye bir akson sayını yöntemi ileri sürdük. Bu çalışmayı, ilerleyici motor nöron hastalığı olan bireyler ve normal bireylerde uyguladık. Elde edilen değerleri, modifiye Mc Comas yönteminin verileri ile karşılaştırdık. Sonuçta, düşük uyarını şiddeti ile ekle edilen F yanın aracılı akson sayım yönteminin, yeni alternatif bir akson sayım yöntemi olabileceğini; bununla birlikte, yöntemin geçerliliğinin daha geniş alan çalışmaları ile değerlendirilmesinin uygun olacağını düşündük.
Recently, it became evident that MUNE may represent a useful follow-up option for progressive motor neuron disease [=PMND). There are varıous technics defined for MUNE. Me Comas technic is the first clectrophysiologic tecimle which İs mostly uscd among other technics. But tim teehnic requıres a special soitsvare programme (=SSP) as other technics. F waves study for MUNE used only once in a recent study, İn this study, a SSP application is necessary for the selection of F waves. We thought that our technic can be applied on all EMG tools easily, without the need of a SSP. This study is applied to normal individuals and patients who have PMND. Also MUNE values are compared with the values of modified Mc Comas technic. Finally, we thaught that MUNE with 1 responses may be used for the new alternative technic. Althought, This technic is necessary to the estimation of lots of works.

8.Comparison Of Haemodynamic Effects Of Propofol-Ketamine And Propofol- Fentanyl Anesthesia
Naim Çelik, Elif Bombacı, Serhan Çolakoğlu, Osman Ekinci, Gülsen Bosna Kaya, Neşe Aydın
Pages 801 - 804
Çalışmamızda, propofol-ketamin ve propofoi-fentanil ile yapılan total intravcnöz anestezinin hem od i nam i ve derlenmeye etkisini karşılaştırmayı amaçladık. Kurum izni ve hasta onayı ile ASA [-11, batın ameliyatı geçirecek olan, 22 erişkin hasta çalışmaya alındı. Hastalar rastgele iki eşit gruba ayrıldı. Ketamin grubuna (Grup K) anestezi indilksiyoııu için ketamin 1 mg/kg ve 30 saniye sonra propofol 2mg/kg uygulandı. Vekuroııyum 0.1 mg/kg ile kas gevşemesini takiben entübasyon gerçekleştirildi. Anestezi idamesinde propoîöl 6mg/kg/saat infüzyonu ve ketamin 1 mg/kg/saat infüzyonıı ile sağlandı. Fentanil grubundaki (Grup F) hastalara anestezi indiiksiyonunda 2jjg/kg fentaııil, idamede ise 2 pg/kg.'saat fentanil infüzyonu yapıldı. Anestezi indüksiyonundan operasyon bitimine kadar kalp hızı ve kan basıncı ölçülüp kaydedilen hastaların derlenme döneminin değerlendirilmesinde; intravcnöz anestezinin sonlandırıldığı andan itibaren spontan solunum, spontau göz açma ve oryantasyun-kooperasyon süreleri kaydedildi. Postoperatif ağrı. sedasytm. bulantı ve kusma değerlendirilmesi yapıldı. Sonuçlar istatistiksel olarak Sludent's-t, paired-t ve Fisher-cxacl testi ile değerlendirildi. Peroperati T dönemde Grup F 'de kan basıncı ve kalp hızında anlamlı azalmalar olurken Grup K hemodinamik açıdan daha stabil seyretti. Postoperatif dönemde Grup F'uin spontan solunum, spontan göz açma, oryaııtasyon ve kooperasyon süreleri Grup K'a göre anlamlı derecede kısa, sedasyon skalası ise anlamlı düşük bulundu. Poslopcralifağrı ve bulantı-kusma gruplar arasında benzer bulundu. Yan etkiler açısından ise Grup K'da enjeksiyon ağrısı olmazken Grup F'ıie %27 oranında propofol enjeksiyonunda ağrı saptandı. Sonuç olarak; Propofol-kctamin kombinasyonu hemodinamik açıdan daha güvenli bir anestezi sağlarken, propofoi-fentanil kombinasyonu ile çok daha hızlı ve kaliteli bir derlenme sağlanmıştır.
We aimed to compare the haemodynamic effects of propofol-ketamine and propofol-fentanyl anesthesia. ASA I-H, 22 patients scheduled to undergo laparotomy were included in the study and they were randomly divided into two groups. Patients in Group K received 1 mg/kg ketamine and 30 seconds later 2 mg/kg propofol for induction,1 mg/kg/h ketamine infusion and 6mg/kg/h propofol infusion for maintenance of anesthesia, Patients in Group F received 2 ug/kg fentanyl and same dose of propofol for induction, 2 mg/kg/h fentanyl infusion and the same dose of propofol infusion for the maintenance. Vecuronium bromide 0.1 mg/kg was used for muscle relation in both groups. Heart rate and blood pressure values were measured and recovery characteristics were evaluated after the operation. Data were analysed by Student's-t, paricd-t and Fischcrexaet test. Heurt rate and blood prcssure values signifıcantly decreascd in Group F. Paticnts in Group F had pain on injeetion of propofol (%27). Spontaneous breathing, eve opening, orientation and cooperation times were significantly shorter in Group F.We concluded that; haemodynamic stability was better in propofol-ketamine anasthesia. but propufnl-fentanyl group of patients showed better recovery characteristics than propofol-ketamine group.

9.The Retrospective Evaluation Of Patients Diagnosed As Henoch Schonle In; Purpura
Gülay Çiler Erdağ, Selda Boylu, Ayça Vitrinel, Gülnur Tokuç, Zelal Bircan, Yasemin Akın
Pages 805 - 807
1996-2000 yılları arasında Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Klinigi'nde ilk kes. Henoch Schönlein purpurası tanısı alan 37 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. I7'si kız (%46), 20'si (%54) erkek olan hastaların yaş ortalaması 9.49 yıl (2-14 yıl) olarak saptandı. Olgular kliniğimize başvuru şikayetleri ve başvuruları sırasında yapılan fizik muayenedeki sistem tutulumları; laboratuar bulguları; izleın sırasında gelişen reııal tutulum ve diğer komplikasyoııların sıklığı açısından değerlendirildi. Sonuç olarak, Henoch. Schönlein purpurasının prognozu iyi olmakla birlikle kimi zaman alipik seyirle gidebilen ve kimi zaman da ölümle sonuçlanabilecek kadar ağır komphkasyonlara yol açabilen bir hastalık olduğu; akut dönemde hastaların komplikasyonlar açısından çok yakın izlemi ve olabilecek nüksler ve özellikle böbrek tutulumu açısından uzun süreli izlemlerinin son derece gerekli olduğu görüşüne varıldı.
37 patients diagnosed as HSP tor the first time between 1996 and 2000 in the Pcdiatrics Clinic of Kartal Training and Research Hospital were evaluated retrospeetively. 17 (46%) of these 37 patients were female: whereas 20 (54%) of them were male. Average age of thc patients were 9.49. Patients were evaluated according to their admission complaints, physical examination, systemie involvement, laboratory valtıcs, re nal involvement and complaints whiclı occured during follow-up. We concluded that, although HSP has a good prognosis: the course of the disease sometimes can be a typical with life threatening complications.In acute phase of the disease patients should be closely observed for complications; whereas long-term follow' Up is necessary for renal involvement and recurrence.

10.The Effectiveness Of The Serum Ca-125 For The Management Of Patients With Endometrial Carcinoma
İlknur Aköz, Seval Adanalı, Melahat Atasever
Pages 808 - 809
Endometrium karsinomunun tanı ve takibinde CA-125 ' in etkinliğini araştırdığımız bu çalışmada; ameliyat üncesi yüksek CA-125 düzeyinin, intraoperatif olarak hastalığın ekslrauteriıı yayıhmına ışık tuımadığını; ancak ameliyat öncesi normal CA-125 düzeyinin, hastalığın tıterusta sınırlı olduğunun kuvvetli bir göstergesi olduğunu fakat rekürrens olasılığını önceden bildirmediğini; klinik nükslerin çoğunun yükselmiş CA-125 düzeyi ile birlikte olduğu halde vageıı euft rekürrensinde CA-125 düzeyinin normal olabileceği ve ileri evre endometrium karsinomlarında hastalığın evresi ile CA-125 arasında bir korelasyon olduğunu tesbit ettik
In this study, we obtained that the effectiveness of the serum CA-125 for the management of patients with endometrial carcinoma, We found that high level serum CA 125 which was found preoperatively was not an indicator to the involvement of the extrauterine structures with the tumor. However, preoperative normal level of CA-125 was a strong sign of the disease limited to uterus, but it was not shown possibility of the recurrence. Elevated levels of CA-125 accompanied most clinical recurrences with the excception of isolaced vaginal vault recurrences. There was a correlation between advanced stage of the disease and the level of CA-125.

11.Follow Up Of Patients With Crush Injuries Due To Earthquake İn Orthopaedics And Traumatology Clinics
Cuma Kılıçkap, Hakan Öngü, Volkan Gürkan, Erkal Bilgiç, G. Tuğrul Berkel
Pages 810 - 813
Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi 1. Ortopedi kliniğinde yatırılarak tedavi gören; 17 Ağustos depremindeki 98 hastanın ve 12 Kasım Düzce depremindeki 22 hastanın genel verileri ile bu hastalardan Crush yaralanmalı hastaların klinikte izlenmesine ait bulgular değerlendirilmiştir. Crush yaralanmalı hastalan, fasiotomi yapılanlar ve fasiotomi yapılmadan izlenenler olarak iki grupta değerlendirdik. Bu hastalarda; l-Genel medikal durum, 2-Böbrck fonksiyonları ve sıvı-elektrolit düzeylerinin izlenmesi 3-Fasiotomili olguların yara bakımı 4-Ekstrcmitcnin durumunun izlenmesi öne çıkmaktadır. Göçük altından çıkarılan ekstremi tenin, tahrip olan kasının, yıkım ürünleri myoglobin'in böbreklerde hasar meydana getirmeden yeterli ve alkali diürezin sağlanması ile Crush Sendromunu önlemek mümkündür. Erken ve yeterli sıvı replasmanı yapılması, verilen sıvı miktarı ile çıkarılan sıvının izlenmesi gereklidir, Crush Sendromu gelişen olguların Nefrologlarla beraber izlenmesinde ve diğer medikal-sosyal problemlerinin çözümü, gerekli işlemlerin takibi hayati öneme sahiptir. Fasiotomi yapılan olguların günlük yara bakımı, aldığı- çıkardığı sıvı miktarının izlenmesi, yine bu hastaların böbrek fonksiyonlarının izlenmesi ve dializ gerektiren olguların tedavilerinin aksatılmadan yapılması önemlidir. Bu hastalarda ayrıta, hiperbarik oksijen tedavisi, psikiyatrik problemlerin çözümü, sosyal ilişkilerin sağlanması ile tedavi için gerekli malzemenin tesbiti ve sağlanması gibi problemlerle karşılaşılmıştır. Kitlesel yaralanmalarda felaketin çapı ile değişmek üzere bu problemlerin çözümünde önceden verilen kalıpların ne kadar geçerli olduğu tartışmalıdır. Ancak bu tür deneyimlerin aktarılmasında yarar olduğu düşüncesiyle bu çalışmayı yaptık.
Results of the clinical following of 120 patients, who had crush injuries İncured during earthquakes that took place on 17th August 1999 (98 patients) and 12th November 1999 (22 patients), had been evaluated. Patients with crush injuries wcre dividcd into two groups: those who had fasciotomy and those without a fasciotomy. in these patients one must follow (1) general health status and vital functions, (2) renal function and fluid-electrolyte balance, (3) fasciotomy site, (4) vascular and neurologic status of the extremity. it is possible to avoid crush syndrome, if we can help the patients in the excretion of mynglobin that is released from the muscles of the injured extremity. This necessitates early and adequate fluid replacement, with a special emphasis on strict follow up of the fluid regimen. İn the treatment of patients who had developed crush syndrome, ncphrologists must be ineluded in the follow up team. Wound çare of patients who had fasciotomi, follow up of renal function and fluid-electrolyte balance and an uninterrupted regimen for patients who need dialysis are the eritical issues in the primary çare uf these patients. On the other hand, hyperbaric oxygen treatment, psychiatrie diseases, restoratiou of social relations and supplying the necessary materials for the treatment of patients )In extretne conditions such as earthquakes are the other difficult problems waiting for a solution. it is not clear whether predetermined treatment protocols can be applied in disaesters successfully. At least they can serve as a guide. We found it useful to share our experience with the others.

12.Dıscussıon Of Insulın Dependent Diabetes Mellıtus And Ketoasıdosıs Under The Consıderatıon Of Our Practıce
Engin Tutar, Figen Temel, Gülnur Tokuç, Esin Şan, Ayça Vitrinel
Pages 814 - 816
İnsüline bağımlı diabetes mellitus (İDDM), genetik yatkınlığı olan bireylerde pankreasın beta hücrelerinin yıkıntıyla seyreden otonunum bir hastalıktır, Tanı anında ketoasidoz sıklığı %2Q-40 ulup mortalite oranlan %I5 İerc kadar bildirilmektedir. Çalışmamızda son bir yıl içinde kliniğimize diabetik ketoasidoz (DKA) lablosuyla başvuran 13 hasta yaş, cinsiyet, geliş kan şekeri değerleri, asidoz, ketozis ve dehidratasyonun varlığı, kristalizc ve karışım iıısüline geçiş süreleri, gelişte birlikte enfeksiyonun var olup olmaması açısından araştırıldı. Amacımız olgularımız üzerinden, çocukluk çağında sık rastlanan bir hastalık olan İDDM ve fatal riski olan DKA'un önemini vurgulamaktır.
Insulin Dependent Diabetcs Mellilus is an autoimmune disease caused by destruetion of panereatie B eclis seen in patients who have genetie predisposition. At the time of diagnosis the inciden ce of ketoacidosis is 20-40 %, the mortality rate reaches 15%. In our study, we investigated 13 palienls who came to our clink with ketoaddosis during last year according to their age, sex, blood glucose at the time of arrh'cl, acidosis, ketosis, dchydratation,
the time of beginning lo regular and mixed insulin and concommitant infections. In Ihis sınd)', dur aim is to draw attenlion to IDDM and DKA that have falal risk.

13.The Comparison Of The Effect Of Doxazosın, Amlodipin And Ramipril On Blood Lıpıd Profile And Blood Glucose Level Durıng Antı Hypertansıve Therapy
Yener Koç, K. Mahmut GÜMÜŞ, Mehmet Sargın, Birsel Kavaklı, Ali Yayla
Pages 817 - 819
Antihipertansif ilaçlardan alla-1 bloker olan Doksazosin, Angiotensin Konverting Enzim (ACE) İnhibilörii olan Ranıipıil ve Kalsiyum Kanal Blokeri olan Amlodipin'in tedavi dozlarında h i pcrtansif hastalarda antihipertansif etkinlikleri, kan glukoz düzeyi ve lipid profili üzerine etkileri karşılaştırılmıstır. Çalışma, Ocak 1996-Haziran 199f> talihleri arasında, hastanemizin Dahiliye Kliniği ve Polikliniğine başvuran toplam 72 hasta üzerinde yapılmıştır.Hastalara üç aylık tedavi verilmiş, tedavi öncesi ve üç ay sonunda telekardiografi, EKG, açlık kan şekeri(AKŞ), ALT, AST, total kolesterol, trigliserid, H D L-kolesterol, üre, kreatinin düzeylerine bakılmıştır. Çalışmada tüm sonuçlar ortalama±SD olarak verilmiş olup anlamlılık analizinde Wilcoxon eşleştirilmiş iki ömek testi kullanılmıştır. Doksazosin grubunun kan lipid profiline anlamlı olarak yararlı etkisinin olduğu, AKŞ düzeyindeki düşmenin ise anlamlı olmadığı saptanmıştır. Amlodipin ve Ramipril'in gerek lipid profili gerekse AK.Ş düzeyi üzerine anlamlı bir etkilerinin olmadığı saptanmıştır. Her üç grup antihipertansif ilaç kan basıncını düşürmede etkili bulunmuştur.
İn tlüs study, the efficacy of Doxazosin, an alfa-1 blocker, Ramipril, an angiotensin converting enzyme İnhİüitor and Amlodipine, a caleium-ehannel blocker on hypertension, plasma glucose levels and lipid profîles among hypertensive patients were investigated, The study was performed on paticnts who wcre admittcd to cliııic and outpatient elinic of üıternal medicine betwecn January - June 1996. Duration of treatment was 12 wceks for each paticnt.Bcfore and at the end of 12 weeks treatment, telecardiography and elcetrocardiography ıvcrc performed and also fasting plasma glucose, ALT, AST, total eholesterol. triglyccridc, HDL eholesterol, BUN and ercatinine were measured. Ali results were given as mean±SD and paired Wilcoxon test uscd for statistical analysis. Botlı Amplodipin and Ramipril had no bcnetlcial effects on lipid profile and blood glucose levels. Doxazosin uas effective on reducing lipid profîles signifkantly, but not on fasting plasma glucose levels. As a conclusion, vve fıuınd that ali these three antihypertensive drugs were effective at reducing blood pressure.

14.Comparıson of effıcacy between myrıngotomy wıth aspıratıon and ınsertıng Ventılatıon tu be ın tı-ıe surgery of otıtıs medıa wıth effusıon
Aytekirı Parmak, Temel Çoşkuner, Mehmet Eken, Şeref Ünver
Pages 820 - 822
Effüzyonlu Otitis Mcdia, ledavi edilmediği takdirde önemli komplikasyon ve seketlerle karşımıza çıkabilen, çocuklarda eğilim, lisan ve davranış bozukluklarına sebep olabilen bir hastalıktır. Yaptığımı;: çalışmada, kliniğimi/ce ıcşhis edilmiş bilateral hastalığı olan, odiomeıride belirttiğimiz kriterlere uygun 11 erkek ve 11 kız hastada, adı geçen iki cerrahi girişimi, hastaların bir kulağına ventilasyon tüpü diğer kulağına ise yalnızca miringotomi ve aspitasyon yaparak karşılaştırdık, Odiomctrik clkiııliktc ibre ventilasyon tüpünden yana olsa da onaya çıkan sonuçların etkinlik açısından önemli bir fark oluşturmadığı isialikscl verilerle ortaya kondu. Komplikasyon oranı gözonünc alındığında, 1 yıl içerisinde yalnızca miringotomi ve aspirasyonun daha emin ve güvenilir olduğu ve medikal tedaviye dirençli vakalarda başvurulacak ilk metod olması eğilimi onaya çıktı. Çalışmamızda Student-t ıcsti. iki grup arasındaki farkın önemlilik testi olarak kullanılan en güçlü test Wilcoxoıı Signcd Raınks tesı ve Maun \Vhilney-U Anlamlılık testi kullanıldı
Otitis media vvith effusion is u dîsease ılım cun causc İmpurtant complications and ıcquates, cdııealional. behavioural and speech problems İn tlıe childlıaod it not treated. İn nur study, ive eııınpared t»o sıııgical approaches; tlıe nıyringotonıy with aspiration and inscrtiııg ventilation tıılıe tn the eleven male and eleveıı female paticuts «linin had bilateral diseases and audiometric criterias I İnil \vere descıihed. Allhou«h in audionırtric efficacy, inserting ventilation lube seeıned moru bencfieial Ihan tlıe other method but there >vas nol a sfgBİfİCİunt d ifterence bctween both procedures statistieally. İn one year lollo\v up period. vvhen tlıe complieation t ales nere comparcd with the nıyringotonıy vtith aspiration method ıvas safer than the other one and in the cuses that ıvere resistant to the medical thcnıpy this method might be the tlrst choice. İn tlıis study, we used Studeııt-t test, \Vilcoxon Signed Ramks test and Mamı YVhitney-LI test in statİstical analyses.

15.Mechanıcal İntestinal Obstructıons
Hüseyin Ekinci, Necmi Kurt, Nejdet Bildik, Ayhan Çevik, Mehmet Altıntaş, Gülay Dalkılıç, Mustafa Gülmen
Pages 823 - 827
Cerrahi kararın, 2amanı ve şeklinin mortalite ve morbiditede oldukça önemli olduğu Mekanik İntestinal Obstrüksiyonlar (MlO), acil cerrahi departmanların en ilginç hastalıklarından biridir.Kartal Eğitim ve Araştırına Hastanesi II.Cerrahi Kliniği'ııde Eylül 1990-Kasım 1999 yılları arasında MİO tanısı alarak yatırılan 220 hastadan ameliyat edilen 128'inin dosyaları etyoloji, anamnez, fizik muayene, laboratuar, radyoloji bulguları ve uygulanan ameliyaı teknikleri yönünden rctrospcklif olarak incelendi. MİO yapan nedenlerin incelenmesi sonucu; öncelikle adhezyonların daha sonra ise sıklık sırasıyla volvuluslar, tümörler, herniasyon, abse, divertikül, invaginasyon, evanırasyon, mezenter iskemi ve peritonitis karsinomatoza'nın etyolojide yer aldığı görüldü. Hastalarım izin 78'i erkek (%60,93), 50'si kadm (%39,07) idi.Bu vakalardan hastanemize geç başvurmuş, sistemik hastalığı olan, genel durumu bozuk ve ileri yaşla olan 13 (% 10,15) hasta postoperalif birinci ve ikinci günlerde kaybedilmiştir. Klinik araştırmalarımıza göre etyolojinin doğru teşhisi ve uygun tedavinin zamanında yapılması MİO'da tedavinin başarısını arttıracaktır.
Mechanıcal İntestinal Obstructions (MİO) vvhieh thcir time and type of surgkal decision is important about ııını-tsılîly and nıurbiditv is one of the most interesting illness of the surgery emergeney departments. Betvveen September 1990-November 1999 in the llııd Surgery Clinic of Kartal Research and Training Hospita!, 22ü patients had been hospitalizcd with thediagnosis of MİO and 128 of them who had been operated vvere evaluated retrospectively about history, physical e\aminatiuns, laboratuary, radiologic findings and operations lechnics. The result of this study demonsrated that,adhesions were found to be the majör cause vvhieh vvere folloıved by volvulus, tumours, herniation, abcess, diverticuls, ınvagination, evantration, mesenteric İschacmia and peritonitis karsinomatosis.Seventyeighl of the patients were male (%60,93) and 50 were female(%39,07), Thirteen of the patients, who had a systemic disease, and a bad health status vvere old and they had not applied to hospital in time and vvere dîed on the first and second days postoperatively. According to our clinical research a betler understandingof the etiology and an appropriate treatment without detaying tvill improve the treatment of MlO.

LookUs & Online Makale